Ağır Ritmli Belirsiz Hayatlar - Cengiz Alkan

Friday, December 3, 2010 10:38:00 PM

Behçet Çelik 'uzun öyküsü'nün (tüm öykülerini 'uzun bir öykü'nün fragmanları gibi görmek mi lazım acaba?) bir önceki durağında (Herkes Kadar' 2002, İletişim) şehirli, orta yaş dönemine -ama bunalımına değil- yeni girmiş, 'solculuğu flu' -ki bu belirsizlik Çelik'in öykülerinin anahtar kavramlarından biri- 'insanları'yla tanıştırmıştı bizi. 'Düğün Birahanesi'ndeki 'insanlar'a aşinayız bu yüzden.
'Karakter' ya da 'öykü kahramanı' olmaya direnen bu 'insanlar' soyut olduklarından falan değil, tam tersine hiç yadırgamayacağımız, bildiğimiz, tanıdığımız insanlar; ama en sıra dışı anlarında bile sisli bir 'şehir sabahı'nda dolaşırlar gibi. Belirsizlik öyle 'sfumato' etkisinde falan değil, 'küçük burjuvazinin hayaleti dolaşıyor' bu öykülerde. Erkek dostluğu: Cinsel karmaşa yok, ama belirsiz. Erkek-kadın dostluğu: Olanaksız demiyor, olabilir de... Belirsiz. Aşk: Tutku var. Hayır yok... Belirsiz. Baba-oğul gerilimi: İletişim, iletişimsizlik... Belirsiz. Herkes kendini açıyor, ama biraz.
Herkes Kadar'da kendini açmaktan kaçınan bu insanlar, daha çok sessizlik ve suskunluklarıyla bir şeyler anlatıyordu. Aslolan anlatılamayandaydı. Bu kez konuşuyorlar, ifşa ediyorlar; ama belirsizliğin içinde dramatik etki yaratan diyaloglar değil bunlar. Zaten böyle kaygıları da yok. Çünkü hayat akıyor ve akışın içinde gerilimli iniş çıkışlara yer yok. Bu akışın ritmini ne bozabilir ki? Kıyısına gelip de vazgeçilen aşklar, terk etmeler - terk edilmeler, uzun zaman sonra bir araya gelmeler, hayati önemi haiz 'konuşmalar' kafeteryalarda, çay bahçelerinde, birahanelerdeki 'yumuşak ritimli' bu akışı bozamıyor.
Kitabın ilk öyküsü 'Ötedeki'nin 'insanları'ndan Yılmaz, Ayhan'ı şöyle anlatıyor:
"Her dalga benzersizdi. Bir yenisi patlayacak dediğim an, öncekinin kumlardaki sönüşü sürüyor, kumlardaki fısıltı biraz daha sürer sandığımda, ansızın bir başkasının çığlığını duyuyordum bütün bedenimle, kulağımla değil. Göğsümün içindeki boşlukta yankılanıyordu dalgalar. Şaşırıyordum; şaşırdıkça sevinç doluyordu içime. Yanılmış olmak güzeldi. Hiçbir dalganın beklediğim anda patlamaması, sönmemesi... Bir sonraki anı kestirememek, 'aynı suda yıkanmamak...'
Ayhan'ın bende yarattığının da bu olduğunu düşündüm sonraları. Denizin beni o acılı gecede kurtardığı gibi, Ayhan da belirsizlikleriyle iyi geldi bana. Ne tuhaf, onun tahammül edemediği bir şeydi kendisindeki belirsizlikler; verdiği kararlar kadar, vermedikleri de canını yakıyordu. Ertesi gün için güvence vermiyordu. 'Buluşur muyuz?' diye sorduğumda, 'Bakarız' diyordu hep, 'uygun olursam ararım.' Çoğu zaman da uygun oluyordu, ama o arayana kadar tatlı bir belirsizlik içinde yükseliyordum. Kaç kez onun telefonunu beklediğim sıralarda, oda arkadaşım, 'Sen ne kadar hoşsun bugün,' demişti."
'Çivi'de ise bu yumuşak ritmin bozulmasından duyulan endişe bir nevi minimalizme dönüşüyor: "Tedirgin olduğumu itiraf etmeliyim ilk günlerde. Çok da büyük sayılmayacak bu evde bütün gün iki başına oturma düşüncesi hoşuma gitmedi. Beni daha sık dışarı çıkmaya zorlayabileceği gibi, evdeyken birbirimize daha sık değecektik. Gündüzlerimin ritmi değişecekti. Bahçeye bakan masanın başında geçen gündüzlerimin ritmi."
'Düğün Birahanesi'nde belirgin bir şey varsa bu da bu öykülerin iyi öyküler oldukları.

Radikal Kitap, 27.08.2004

Comments

Comments are closed on this post.