Yaşama Düşen Yol Gölgeleri - Emek Erez

Posted by Admin Saturday, June 24, 2017 2:52:00 PM

­

Yol önemli bir imge sadece edebiyat, sinema veya sanatın herhangi bir alanı için değil insanın sıradan yaşamı için de. Yollar bazen uzaklaşmayı, geride bırakmayı, bazen özlemeyi, kavuşmayı bazen de yerinden edilmişliği temsil ediyor.

Çağımızda yol özellikle göç yollarını hatırlattığı için de maalesef artık romantik çağrışımların çok daha ötesinde anlamlara geliyor. Yol belirsizlik demek, geride bırakmak veya geriye dönmek bulamamak demek. Genel olarak yolllar gitmenin o tuhaf ikircikli yanını barındırdığı için hüzün de demek biraz.

BEHÇET ÇELİK’İN ‘YOLUN GÖLGESİ’ 

Behçet Çelik’in “Yolun Gölgesi” kitabında yer alan öykülerde de genel olarak yollar üzerinden kurulmuş anlatı. Zorla göç etmek zorunda kalanlar, sürgünler, uzaklaşabileceğini sanıp bir kaçış olarak yollara düşenler, döndüğü bir yolculuktan sonra birdenbire kendi gerçeğiyle kalıverenler…

Kendini yollara vurup, sonunda ayaklarının götürdüğü yerde kendini buluverenler. Genel olarak yol var öykülerde ancak bu yol bana kalırsa bir ferahlıktan çok çıkışsızlığı vurgulamış. Gitmenin ya da dönmenin çare olmadığı, yolun sonunun bir şekilde geçişi olmayan bir kapalılıkla, belki bir labirent olarak karşımıza çıktığı öyküler bunlar.

SIKIŞMIŞLIK DUYGUSU

­

Son yıllarda hepimizin hissettiği o sıkışmışlık duygusu var kitapta: Bazen bir devlet memuriyetinde boynumuza bağlı kravatın gittikçe bunaltan, daraltan, suçlu hissettiren yanı, bazen zorla yerinden yurdundan edilmiş yaşlı, çocuk demeden yollara düşürülmüş insanların sancısı, bazen de sürgünde hissedilen ne oralı ne buralı olamama hâli ve tüm bunlara tanık olup elinden hiçbir şey gelmeyen insanın o tarifsiz hiçlik duygusu.

Behçet Çelik “Yolun Gölgesi”nde bizi bu duyguyla baş başa bırakmış, içimizdeki sıkıntıyı yüzümüze vurmuş ve okurun üzerine yolların çetrefilli yanını simgeleyen bir gölge düşürmüş. Çünkü öykülerin duygusu içimizde taşıdığımız o daralmayı gün yüzüne çıkarıyor ve bize karakterlerin hissini birebir geçiriyor.

DİL VE ANLATI USUL USUL ÖRÜLMÜŞ 

Behçet Çelik öykülerin dilini usul usul örmüş. Bu dikkat çekiyor, metinler aceleye gelmemiş, günü kaçırıyorum duygusuyla yazılmamış, demlenme diyebileceğimiz bir süreci geçirmiş. Bu nedenle “Yolun Gölgesi” en azından benim için son dönem metinleri içerisinde ayrıcalıklı bir yer edindi. Bunu kendi adıma önemsiyorum. Çünkü evet edebiyat elbette içinde bulunduğu çağdan beslenmeli ancak bir köşe yazısı edasıyla yaşananların yazın içerisinde yer bulması bana kalırsa tadı eksiltiyor.

Bellekte yer eden acının iziyle yazılmış metinler, güncelin aceleciliğinden sıyrılmış oluyor ve ajite eden bir dil ile, anlık hisle yazılmış metinlerin ötesine geçebiliyor. Böylece metin sadece yazarın içinde bulunduğu çağa, onun yaşadığı günlerin gündemine değil, dünya insanının genel olarak ortaklaşabileceği sıkıntılara ve kolektif bir belleğe çıkarıyor bizi.

Çelik’in anlatısında da bu hissediliyor mekânlarda ve kimliklerde belirginlik yok. Sadece okurun tanıklığına bırakılmış bir tahmin hakkı var. Yaşadıklarımızı çağrıştıran ama kesinlikle bu o olay dedirtmeyen bir belirsizlik, öyküleri dünya insanına mâl eden bir anlatı. Yazar böylece tanıklığı edebiyatın içerisine okurun gözüne sokmadan yerleştirmiş oluyor. Karakterler arasındaki gündelik muhabbetin bir yerinde dile geliveriyor dünyanın sıkıntısı; savaş, göç, katliamlar, gri betonlarla kaplanmış, belleği yok edilmiş kentler, otorite baskısı…

DÜNYANIN SIKINTISI ÜZERİNE SİNMİŞ İNSAN 

“Yolun Gölgesi”nin karakterleri dünyanın sıkıntısı üzerine sinmiş insanı temsil ediyor benim fikrimce. Yazarın kahramanlarının afili sloganları, dünyaya dair büyük cümleleri yok. Sıradan yaşamın içerisinde günün getirdikleriyle savrulmuşlar çoğu. Coğrafyamızda ve dünyada yaşananların sıradan insanda bulduğu yankının göstergesi belki de Çelik’in karakterleri. Bir şekilde bulundukları dünyaya uyumlanamamış karakterler veya uyumlandığını sandığı dünyanın gündeliğinde kaybolmuş ve bir gün aniden farkındalık hissiyle boşluğa düşmüş insanlar.

Yazar aslında şöyle bir şey yapmış, dünyada ışıksız kalan günümüz insanının iç sıkıntısını, bunalımlarını, yersizliğini, arada kalmışlığını karakterleri üzerinden yansıtmış. Hani bir gün, birdenbire her şeyin aslında nasıl kötü olduğunu ayırt edersiniz ya, dünyada hiçbir şeyin artık iyi olamayacağını fark ettiğiniz bir andır bu ve geçmeyecek bir boşluk hissi bırakır içinizde bana kalırsa işte Çelik’in öyküleri bu hissi geçiriyor okura, nefessiz kalmış insanın ve dünyanın ruh hâlini.

‘BİR UYUM UĞRAŞIYDI ONCA ŞAMATA’

Behçet Çelik “Yolun Gölgesi”nde yaşamın patikalarında dolaştırıyor bizi, dünyanın gittiği yolun, nasıl sıradan insanın yaşamına gölge düşürdüğünü gösteriyor.

Yaşananların bıraktığı çaresizlik duygusunu, tanıklığın getirdiği yükün hayatın tam ortasında vücut buluvermesini ne gitmenin ne kalmanın derde derman olmayacağını, o daralma hissiyle kalakaldığımızı hatırlatıyor. Oysa “Yolun Gölgesi” öyküsünde karakterin de söylediği gibi; “bir uyum uğraşıydı onca şamata”, ancak ne uyumlanabildik ne de çare olabildik derde, öyle iki arada bir derede kalakaldık kitabın karakterleri gibi, sanırım öykülerin hatırlattığı gerçeğimiz de bu.

 

 

(Gazete Duvar'da yayımlanmıştır.)

Comments

Comments are closed on this post.