SÖYLEŞİ: "Soluk Bir An Üzerine" - Gamze Akdemir

Friday, March 22, 2013 3:03:00 PM

- Ana roman kişisi -neredeyse tek- Taner'in bizlerle paylaştığından bihaberce tüm romanı kafasının içinden bizlere aktardığı, çok boyutlu düşündüğü, dolayısıyla içsel gel-gitlere hayli yol verdiği düşünülürse yanılmamın yüksek bir olasılık olduğunu bilerek sorarsam; ruhunu yaran iç kavgalarına, kargaşasına iç sesleriyle sanki derman -gerçi derman mı demeli yoksa denge kurabilme hali mi demeli- olabilen bir adam Taner...

Taner’i başına hiç beklemediği bir şeyin geldiği anda tanıyoruz. Bu beklemediği şey onun hayatını hem altüst ediyor; hem de hiçbir şey değişmiyor. Dışarıdan bakanlar için aynı adam olmayı sürdürüyor, dışarıdan bakıldığında hiçbir şey değişmiyor olsa da iç dünyasında ummadığı karmaşalarla uğraşmak durumunda kalıyor. O yaşına kadar önceleri zorlandığı ama sonrasında alıştığı bir denge hali kurmuş. Bu denge halini korumakta hayli zorlanıyor, ama bunun da bir tek kendisi farkında. Dışarıya bir şey hissettirmemek konusunda çok hassas. İç dünyasını o güne dek başkalarına çok açmamış olduğu için içeride olanları saklamak konusunda oldukça mahir. Zorlandığı konu saklamaktan çok yaşamakla ilgili. Dengeli, altın ortayı bulmuş biri olduğunu sanırken, denge sandığı şeyin hareket etmemek, hatta yaşamamak olduğunu fark ettiği için bocalıyor. Dengenin bozulmasındaki hayrın farkında; denge bozulup da kımıldadıkça soluk alıp vermeye başladığının.

- Sonra bekleyen bir adam... Beklerken kalbi küt küt çarpan... Küçücük şeylerden heyecanlanan, anlamlar yükleyen, içinde saklı tutan, pek söyleyemeyen, böyle de görece mutlu olabilen, “yasak” aşkın şehvetinden ziyade özü duvarlarına çarpan bir adam... Esra'ya düpedüz divane olan, karnı karıncalanan böylece yaşadığını duyumsayan...

Kısa bir zaman sonra, “Evet aşk” diyor hissettiklerine. Daha önce başına böylesi bir tutkunluk hali gelmemiş, ama başına geldiğinde de bunu coşkuyla yaşama, ifade etme şansı yok, ya da o öyle olduğunu düşünüyor.

- Derken deli gibi merak eden, Esra'nın etkisi ne kadar sürecek diye, bitecek mi yoksa depreşecek mi diye içi içini yiyen... Kendini kentini caddelerine vuran, vitesi sanki en fazla üçe getirerek boş boş ama zihni dolu dolu dolanan... Kaygı halini sanki seven...

Âşık olmadan önceki halinin ne denli yaşamaktan uzak, otomatiğe alınmış bir hayat olduğunu sezdiği için aşk halinin acısı da, içine atma zorunluluğu da, hatta bu halin bütün solukluğu, sönüklüğü de ona canlılık verebiliyor. Bununla yetinmeyeceğini biliyor ama yetinmeye çalışıyor. Bu halin saçmalığını biliyor, sürekli bu tonda gitmeyeceğini seziyor, sıkılabilir, keyif vermeyebilir; geleceği düşünmemek en iyisi diyor, şimdiye çapa atıp iç dünyasındaki saklı coşkunluğa bırakmak istiyor kendini. Ne var ki zaman algımız öyle keskin biçimde oluşmuş ki, geleceği düşünmeden, geçmişi didiklemeden duramıyoruz. İster istemez geleceğe dönük kaygılar zihnini meşgul edip duruyor.

- Bir donan bir çözülen ama aslında hiç durmadığını paşa paşa bildiği zaman ile garip, çoğu zaman ürküntülü bir ilişkisi olan... Zaman onun için farklı akıyor, sünüyor, hızlanıyor, takılıyor, atlıyor, an'lar bunun için onda büyüyor da büyüyor...  İçgüdüleriyle hemhal ola ola bir hal olan...

Az önce de dediğim gibi, nadir zamanlarda geleceği dert etmeden, geçmişe takılıp kalmadan, içinde bulunduğu ânda kalabiliyor. Bunu sağlayan da bütün imkânsızlığına ve saklılığına rağmen aşk. Aşk zamanı şimdide durdurmayı sağladığı için etkili, bütün saçmalığına karşın zaman algısını kırdığı için eşsiz geliyor belki de Taner’e.

- Vicdanı sık sık kısa devre yapan, suçluluğa teslim olmayan ve/veya öteleyen... Çifte standartın serbest olduğu aşık olma haline yamanan... Gecikmiş aşıklık yaşayan (ki bunu da açmalı)...

Sürekli tetikte, kendini koyveremiyor. Bir kez bırakırsa toparlayamamaktan korktuğundan. Aşkın farklı hallerini geç sayılacak bir yaşta, tuhaf bir saklılık içinde yaşamak zorunda. İki nedenle tetikte. Birincisi, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor, o yüzden hissettiklerini anlamya çabalıyor, bedeninin tepkilerinden, içine dalıp çıktığı ruh hallerinden bir şeyler çıkarmanın peşinde. Ayrıca yasaklılık nedeniyle de tetikte, kendisi neyin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamaya çalışırken, başkalarının da hiçbir şey anlamamasını istiyor.

Aşk insanı şımartır; başkasını delicesine seven biri kendisini de eskisinden farklı görür, en azından âşık olduğu kişiye layık olduğuna inandığı için, öncekinden daha muteberdir, daha farklı şeyleri hak ediyordur. Şımarıklığa kadar varabilir bu hal. Taner’in durumunda şımarabileceği biri yok, bunu da kendi başına yaşamak zorunda. Bu halin komikliğinin de farkında. Kendisiyle dalga geçerek baş etmeye çalışıyor.

- Dünü yarını pek bir aynı olan, bundan illallah gelen... Tükenme emareleri gösteren... Yorulan, bezen... Oldum olası hele ki yaşlandıkça asosyale meyleden... Alacağı vereceği kalmamacasına parası puluyla hesaplanmış bir hayatı olan... Ayaklarını sürüyerek de olsa rutine eyvallah demek zorunda kalan... Kapana kısılı milyonlardan biri olan... Aynı nehirde yıkanamamak misali aynı zamanı, anı bir daha yaşayamayacağının bilincinde olan... Çatırdayan... Hayatı askıya alan, hani çöktüğü, gömüldüğü koltukta göbeği salması an meselesi oldu olacak olan... Elde var sıfır vecizini kendine biçip, cuk diye de oturtan...

Çok haklısınız. Tam bu noktada her şeyin değişmesine neden oluyor aşk. Aslında bir şey değişmiyor, aynı hayat, sizin anlattığınız haliyle sürüyor, ama o artık bir başka yerden, başka bir açıdan bakıyor.

- Evliliğinin sevişmeyi değil söyleşmeyi bıraktıkları gün bittiğini idrak eden... Kör topal yürüyen evliliğinin bu kertesinde boşanmayı sıklıkla düşünen...  Karısının da zaman zaman böyle düşündüğüne emin olan... Yine de riske girmeyen, düzenini bozmaya cesaret edemeyen, kör topal yürüyen evliliğe bunalsa da razı gelen... Bunaldığı karısına hayatta karşısına çıktığı için aslında minnettar da olan... Karısı da kendisi de yazdığınız gibi dünyayla pat halinde olan... “Keşke”leri olan ne kelime “keşke”nin ta kendisi olan... Geçmişe takılıp sorgulayan geleceğe yönelik umutları olmayan... Kaçırdığı trenlere hayıflanan ama bunu abartacak kadar bile enerji bulamayan... Hayalinde çılgın, gerçeğinde mazbut takılan...

Sözünü ettiğiniz gerilimleri, çelişkili ruh hallerini anlatmaya çalıştım. Düşündüğü zaman olan biten saçma, oyun ya da yapmacık görünüyor kendisine, ama hissettikleri başka şeyler söylüyor. Bu gerilimle yaşamaya çalışıyor. Bütünlük arayışı olmadığı için, bütünlüğe olan inancını çok önceden yitirdiği için bu bölünmüşlük de normal görünüyor. Normal ama giderek daha da yorucu.

Taner’in az önce sözünü ettiğim tetikte ruh hali onun kendi iç dünyasına odaklanmasına imkân sağlıyor. Bir yanıyla keskin bir içgörüden söz edilebilir, ama içgörünün bazı anlarda körlüğe neden olabileceğini unutmamak gerekir. Aynı zamanda da adım atmaya, yürümeye engel de olabilir. Sürekli kendine dönük bir ruh hali giderek hayattan düşmesine neden olabilir insanın.

- “Aşk böyle bir şey, dağınıklıkları topluyor, kırıklarını alıyor hayatın, çekidüzen veriyor, bir süreliğine de olsa” diyen... Aşkın yokluğunu bilen, aşksız kalmış olan... Pırasa yemeğinde bile aşk sayıklayan! Ortalama bir adam olduğunu düşünen... Savaş baltalarını çoktaaan gömmüş olan... Boşluk doldurmaca oynayan... Esra'dan önce iyi kötü bir denge; iç barış denemese de, iyi kötü bir nefes sağlamış olan (ya şimdi?) “Üç beş gün öncesi bile ne kadar güzelmiş. Her şey yolundaymış, Esra'nın, Taner'in, Yasemin'in yerleri belliymiş. Köşeleri kımıldamayan sorunsuz bir üçgen. Aşk üçüncü bir boyutu dayatıyor” diyen ve ayvayı yiyen! Başka kadınların bedenleri ya da yasak ilişkilerdeki heyecana anlık kapılmanın kesmediği, daha fazlasını isteyen hep, âşık olmayı isteyen... Mine'yi hatırladığında da ter boşanan ve üstelik buna sinir olan...

Taner’in ısrarla sorup durduğu bir soru var: Neden daha önce olmadı da şimdi oldu? Buna yanıt bulamıyor. Kendince açıklamalar yapıyor, kuramlar geliştiriyor, ama hiçbiriyle ikna olamıyor. Tek bildiği eskisi gibi sürdüremeyeceği, bir şeyler yapması gerektiği. Bunu hissediyor, öteden beri yaptıklarını yapamadığı ortada. Bazen sadece hareket etmek bile iyi gelir, sıkışıp kaldığımız yerden çıkmamız için en azından oturduğumuz yerden kalkmamız, bir iki adım atmamız yeterli olur. İlk hareketin ardından amaçlanan sonuca varılamayabilir, adımlar umulmadık yerlere götürebilir insanı. Her şeyi planlamanın doğru olmadığını, bunun mümkün de olmadığını biliriz, ama plan yapmadan duramayız. Hayat planlarımızı boşa çıkarır çoğu kez. Buna ne denli bozulsak da, sadece plan yapıp beklediğimiz eşikte olmadığımızı, öyle ya da böyle harekete geçtiğimizi fark ederiz. Sonrası meçhuldür, bunu canı gönülden idrak etmediğimiz sürece ferahlık duyamayız.

- Esra'ya hem kızarken hem bunun için bile aşkla tir tir titrerken “Ne boşlukmuş, neler sığıyor içine, nasıl bir oyukmuş, kimlerle, nelerle aşınmış, böyle çukur kalmış tepelerin, dağların arasında” tiradını savuran... “Korkağın, kaçağın tekiymişiz. Sürüklenmişiz. Yaz yeni baştan kimselere anlatmayacağın tarihi” diye kendine yüklenmek konusunda eşik atlayan da atlayan...  Envai komplo teorisini, şuduydu buduydu diye muhasebesi yapaduran, anı, günü kurtaran/kurtaramayan... Esra'yı sarsakça (mı sahi?) seven... Hatta buna sevinen!

Taner yaşadıklarına, hissettiklerine bir anlam bulma telaşında, demiştim. Olan biteni anlamlandırabilmesi için bir hikâyeye ihtiyacı var. Kendi kendine farklı biçimlerde, farklı kurgularla yeni bir ‘hikâye’ anlatıp durması bundan. Bugüne dair kurguladığı ‘hikâye’nin geçmişi de belirlediğini, anlamlandırdığını görüyor. Bu yeni metnin içerisinde geçmiş artık aynı geçmiş değil. Bunda canını yakan yanlar olsa da o ‘hikâye’nin peşini bırakmıyor. Bu ‘hikâye’nin içerisinde her şey başka bir anlama bürünebiliyor, önceleri canını sıkan sarsaklık, hoş ve manidar görünüyor. Kuşkusuz, âşık olduktan sonra insanın her şey gibi kendisine bakarken de beğenmeye ayarlı hale gelen gözü de etkili bunda. Her durumda, öyle ya da böyle harekete geçmiş olması da…

- Peki ya kadınlar? Esra... Yasemin'in liseden en yakın arkadaşı... Boşanmış... Taner'in aklını başından bilmeden alan kadın... Taner'in rutine boğulu hayatında rengârenk bir çarkıfelek! Arabanın camının buğusunu almak üzere üflerken Taner'i kendinden geçiren... An'ları ustaca ama bilmeden yaratan... Yasemin... Taner'in karısı... Boşanmayı zaman zaman düşünen... Esra'yı çok seven... Oğluna çok düşkün olan... Aslında yıllar önce derin bir küskünlükle çekilip susan... Üç beş rutin kelamla konuşan, eşiyle aslında yıllardır karşılıklı susan... Eşini içten içe pek bir suçlayan, kırgın, küskün, ilgisizleşen... Karşılıklı kahkahalar atmayalı yıllar olan... İlişkilerine dair ne ayakta uyuyan ne de bir şeyin farkında olan... Kanıksayan... Kanıksadıkça mutsuzluğu büyüyen... Bir alışan bir alışamayan...

Geri çekilip bir başkasının hayatına bakar gibi baktığı anlarda kimseyi hiçbir şey için suçlamaması gerektiğini görüyor, kendi sorumluluklarını kabul ediyor. Öyle bir noktada ki her şeyi kabul ediyor neredeyse, tek kabul edemediği, Yasemin’i yıllar önce kandırmış olması. Birlikte bir hayat kurmaya karar verirken, bunun bir karar olmadığını, başkalarının izinden gitmek olduğunu kavrayınca Yasemin’i aldattığını düşünüyor. Bir başka kadına ilgi duymasının değil, esas olarak bunun bir aldatma olduğunu görüyor. Bu noktadaki hatasını kabul edince artık başkasını suçlayamıyor zaten.

- Son kertede şu an arabayla nerelere gidiyor Taner? Yeni Esra'lar başlar mı yüreğinde?

Hareketsizliği kırıldı, bilinmeyeni kabul etmek, bilinmeyene açık olmak konusunda deneyim kazandığı da söylenebilir. Bu sorunun yanıtını o da bilmiyor olabilir.

(Cumhuriyet Kitap'ta yayınlanmıştır.)

Comments

Comments are closed on this post.