Sonrası, Bildiğin Hikâye - Kemal Varol

Thursday, December 2, 2010 6:00:00 AM

Behçet Çelik, Gün Ortasında Arzu adlı kitabıyla 2008 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görüldükten sonra haklı olarak dikkatleri üzerine çekti ama onun daha önceki kitaplarını, örneğin Düğün Birahanesi’ni ve Herkes Kadar’ını okuyanlar, ayrıksı bir yazarla karşı karşıya olduklarını çok önceden anlamışlardır. Sıradan insanların bugüne sıkışmış sıkıntılarını anlatırken kendine özgü bir biçemin peşinden giden, bu biçem farklılığını fazlasıyla hissettiren, bu yönüyle kuşağının öne çıkan yazarlarından ayrılan bir öykücü oldu Behçet Çelik. Abartıdan uzak, sessiz bir dili var yazarın. Parlak bir söylem peşinde olmadığı da aşikâr. Ama olmak istemediği şey bir şekilde yeniden gün yüzüne çıkıyor ustalıkla. Kahramanları hiç şüphesiz bir didişmenin içinde. Kendi üzerine kapaklanmış, sahneye çıkmayı reddeden, başkalarından ziyade kendileriyle bir hesaplaşma içinde olan insanların hikâyelerine odaklanıyor Çelik. Anlattığı insanların hikâyelerinden çok, onların halleriyle ilgili. Neden kendileriyle didiştiklerinden çok bu didişmenin mahiyetiyle alakalı. Sırrını vermiyor okura. Ama sırra ortak olmaya çağırıyor.

Birbirine değen hikâyeler

Okuyanlar hatırlayacaklardır; yazarın bir önceki öykü kitabı Gün Ortasında Arzu daha çok cumartesi gününde geçen, sıkıntısını cumartesiye düşüren hikâyelerden oluşuyordu. Behçet Çelik, bu sefer pazar gününün o bildik ağrısıyla açıyor yeni kitabını. Çelik’in yeni kitabı Diken Ucu, bu yazının başında özetlenen yazarın genel yönelimlerinin en uç noktaya çıktığı, bir olgunluk dönemi kitabı kanımca. Diken ucunda yaşayan, tereddütle sarmalanmış, iyi veya kötü bir adım atamamış, kendi içinde uğunan insanların hikâyesini anlatıyor yazar. Hep bir tür sıkıntıyla yaşayan, bugüne sıkışmalarına rağmen sıklıkla geçmişe gidip gelen, geleceğe atacağı adımları tereddütle atan, bugünün kasvetiyle didinip duran insanların sıradan hikâyelerini... Diken Ucu’nun ilk bölümünde, bir pazar günü sessizce evden çıkıp giden, baba ocağına sıkıntıyla adım atan, evin ve geçmişin kasvetinden kurtulmak için kendini bir çemberin içine sürükleyen, o çemberden sıyrıldığını düşündüğümüz anda bir kadından sessizce ayrılan, yıllar sonra sıkıntıyla yan yana gelen insanların hikâyesine odaklanıyor. Kendi derdini biraz daha açık eden kitabın ikinci bölümünde, geride yatan nedenleri yine pek bilmemekle birlikte, daha çok politik meselelerle kuşanmış, sıkıntısını bir savaş veya geride kalmış bir “ihtimal”den alan öyküler bulunuyor. Diken Ucu’nun son bölümündeki hikâyeler ise, “zamanda kaymakta olan” insanların hayatlarına çeviriyor bakışlarımızı.

Hikâyeyi Değil Derdi Sürdürmek

Behçet Çelik, birbirine değen hikâyeler anlatmayı seven bir yazar. Aynı kişileri çoğu zaman farklı hikâyelerde yeniden karşımıza çıkartarak okurunu etkiliyor. Diken Ucu’nda ise, her seferinde başka bir kahramanın peşinden ilerliyoruz. Ama bir hikâyenin bittiği yerde bir diğeri başlıyor. Kahraman aynı kahraman değil şüphesiz. Ama Behçet Çelik, önceki hikâyedeki kahramanın derdini kendisinden sonra gelen hikâyede sürdürüyor bir bakıma. Hikâyeleri doğrudan ya da dolaylı olarak yine birbirine değiyor. Ama önceki belli belirsiz hikâyeyi sürdürmüyor yazar. Önceki hikâyede yarım kalan derdin bir başka suretteki izini sürüyor devamında. Ama yazarın asıl başarısı, bu sıradan hayatlardan gayet etkileyici bir dil çıkarabilmesinde yatıyor kanımca. Öykülerin çoğu bir tür eksiklikle sarmalanmış durumda. Bugüne gelene kadar neler olduğunu, kahramanın ne tür bir geçmişle sarmalandığını ya çok geç öğreniyoruz bu kitaptaki öyküleri okurken, ya da hiçbir zaman asıl derdin mahiyetini çözemiyoruz.

Örneğin, kitapta yer alan “Canberra Gemisi” adlı hikâyede, iki kahramanın arasında şöyle bir diyalog geçiyor: “Sonra?” dedim. “Sonrası,” dedi, bildiğin hikâye.” “Şu hikâye mi?” “Yaaa… O hikâye.” Ancak metnin hiçbir yerinde “şu hikâyenin” ne olduğuna dair bir çıkarsamada bulunamıyoruz. Geçmişte olanla ilgili değil hikâyenin anlatıcısı. Yaşananın arkasındaki hikâyeyi anlatarak okurunu edilgen bir alana çekmek de istemiyor. Nalan Barbarosoğlu’nun deyişiyle, Behçet Çelik, “anlatmadığı, açık açık dile getirmediği bir öykünün üzerine kuruyor” hikâyelerini. Bu tercih yazara hiç şüphesiz geniş, sınırları geniş imkânlarla örülü etkileyici bir alan bırakıyor. Böylece, yazarın okuyucusuna bıraktığı çoklu okuma imkânı Diken Ucu’nun çok boyutlu bir yapı kazanmasını sağlıyor. Okurunu hikâyeye değil de, kitapta anlatılan meselelere ortak olmaya çağırıyor.

Behçet Çelik’in yeni hikâye kitabı Diken Ucu, geride bırakmakta olduğumuz yılın en etkileyici kitaplarından biri hiç şüphesiz.

Kitap Zamanı, 1 Kasım 2010

Comments

Comments are closed on this post.