SÖYLEŞİ: "Anlatmadan Göstermek İstiyor" - Osman Çakmakçı

Wednesday, December 1, 2010 2:53:00 PM

Bu yıl ülkemizin önde gelen edebiyat ödüllerinden biri olan Sait Faik Hikâye Ödülü’nü Gün Ortasında Arzu adlı kitabıyla genç kuşağın yetenekli isimlerinden Behçet Çelik kazandı. İlk hikâyesi daha 19 yaşındayken, 1987’de Varlık dergisinde yayımlanan Çelik demek ki tam 21 yıldır hikâyeye emek veriyor. Bu son kitabıyla birlikte beş hikâye kitabı bulunan yazar 1989 yılında da Akademi Kitabevi Öykü Başarı Ödülü’nü kazanmıştı. Arkadaşlarıyla birlikte 1991-1993 yılları arasında Yazılı Günler adlı bir de dergi çıkarmış olan Çelik halen düzenli olarak Virgül dergisinde yazıyor, hikâyeleri çeşitli dergilerde yayımlanıyor.

Kendinizi nasıl bir hikâyeci olarak görmek istiyorsunuz? Temel izlekleriniz nelerdir?
Hikâye yazarken şu ya da bu izlekte olsun diye bir kaygım olmuyor. Bazı durumlar, jestler, görüntüler bende içlerinde görünenden daha derin bir hikâye varmış hissi uyandırıyor. Öte yandan alttaki hikâyeyi açık eden metinler de yazmıyorum. Yapmaya çalıştığım çoğu zaman bir hikâyede bir şeyleri anlatmadan göstermekten ibaret. Kimi zaman bir ruh halini açık eden ayrıntıların peşinden gidiyorum, kimi zaman o ruh halini de önceleyen geçmişte kalmış bir şeylerin su yüzüne çıkar gibi olduğu anların... Bilinçaltının açığa çıkarılması denemez belki, ama halı altına süpürülenleri ucundan bir parçaya göstermeye çalıştığımı söyleyebilirim. Yakın ilişkilere bile sinen, arkadaşlıkların, aşkların da kaçınamadığı bir yabancılaşmadan mustaribiz. Özellikle orta sınıfın tekdüze ve kof hayat tarzına büsbütün sinmiş durumda bu yabancılaşma. Öyle ki kendimizi olduğumuzdan farklı göstermek zorunda kaldıkça biz de gösterdiğimiz yüzümüzün gerçek yüzümüz olduğunu sanmaya başlıyoruz. Ama bazen bu iki yüz birbirine karışabiliyor, saklı duran kendini gösterebiliyor, anlık ama derin bocalamalara düşebiliyoruz. Böylesi anların hikâyesi yazmaya çalıştığımı söyleyebilirim.

Sait Faik ödülünü kazandığınızı öğrendiğinizde neler hissedip düşündünüz? Sait Faik’in hikâyeciliğinizdeki yeri nedir?
Çok sevindim, şunu da düşündüm. İlk hikâyemin Varlık’ta yayımlanmasının üzerinden 21 sene geçti, bu zaman süresince yazdıklarımı düşündüm. En azından yerimde saymamışım gibi göründü. Ertesi gün internette Sait Faik Armağanını daha önce almış olanların isimlerini görünce irkildim doğrusu. İsmimin büyük isimlerden birinin, Sait Faik’in ismiyle birlikte anılması büyük bir onur.
Sait Faik’in eserlerinin bütününe sinen ve insanları daha özgür ve yaratıcı olmaya çağıran bir ruh olduğunu düşünüyorum. Kimi zaman bu ruhun yitirilmesine ağıt ya da isyandır yazdıkları, kimi zaman da açıktan bu çağrıyı dillendirir.
Şunu da belirtmek isterim, insanların daha özgür olmasını isterken, toplumların da daha eşitlikçi olmasını ister Sait Faik. Ona “Yazmasam deli olacaktım” dedirten, içsel bir yazma dürtüsü değil, tanık olduğu bir haksızlık, bir eşitsizliktir. Sait Faik’in eserlerindeki bu ifade etmeye çalıştığım çağrı benim için de önemli bir esin kaynağı olmuştur her zaman.

Türk hikâyesini nasıl değerlendirirsiniz? Günümüz hikâyesi ve hikâyecileri hakkındaki görüşlerinizi söyler misiniz?
Günümüz hikâyeciliğinin bence en önemli özelliği büyük bir çeşitlilik gösteriyor olması. Farklı tarzlarda hikâyeler yazılıyor fakat bu zenginliğin içerisinde ne yazık ki etkileşim biraz eksik görünüyor bana. Edebiyatta etkileşim karşılıklı konuşmaktan, daha açık söylemek gerekirse biraz da polemiklerden geçer. Belki yanılıyorumdur, ama kendi işimize bakmakla meşgulüz, kendimizinkinden farklı hikâye tarzları hakkında pek konuşmuyoruz.

Hikâyenin pek satmadığı bilinen bir şey... Bu sizin üreticiliğinizi etkiliyor mu? Roman yazmayı düşünüyor musunuz?
Roman yazmayı düşünüyorum, hatta yazıyorum, ama bunun nedeni hikâye kitaplarının az satması değil. Roman hikâyeden çok satıyor belki, ama kaç roman ikinci baskı yapabiliyor ki... Bugün edebiyatla ilgilenmeyi hâlâ sürdürenlerin bunu satış ya da şöhret beklentisiyle yaptıklarını sanmıyorum. Para kazanmanın da, şöhrete ulaşmanın da daha kolay yolları vardır mutlaka.
Benim için yazacağım türün ne olduğundan önce ne yazacağım önem taşıyor. Yazmak istediğime uygun gelen tür şu ya da bu olabilir.

Hikâyeciliğimizde kendinizi nereye, hangi çizgiye bağlıyorsunuz?
Hikâyeciliğimizde öteden beri yapılan klasik bir ayrımdır: Sait Faik ve Sabahattin Ali’nin isimleriyle anılan iki çizgiden söz edilir. Bugün gelinen noktada, bu iki çizginin birbirine geçtiği vurgulanır. Bu gibi adlandırmalar ayrıntıları gözden yitirmememize neden olabilir, ama bir yanıyla da kabaca bir bilgi verirler. Şunun altını çizmek gerek yine de: Dümdüz giden çizgiler söz konusu değil hikâyeciliğimizde. Edebi çizgiler kimi zaman birbirine değmiş, teğet geçmiş, kimi zamansa kaynaşmış, hatta birbirine dolanmış durumda. Yine de beni etkileyen, aklıma ilk anda gelen birkaç hikâyeciyi saydığımda düz olmasa da bir çizgi görünebilir belki: Memduh Şevket Esendal, F. Celalettin, Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Leyla Erbil, Necati Tosuner, Tomris Uyar. Bu isimlerden geçen tek bir çizgi yoktur sanırım, ama günümüzde böyle dümdüz akıp giden çizgilerden de söz etmek imkânsız zaten.

Radikal,

Comments

Comments are closed on this post.