Orta Sınıfın Sıkıntılı Halleri - A. Ömer Türkeş

Thursday, December 2, 2010 4:24:00 PM

Behçet Çelik, genç yaşta başladığı hikâyeciliğine iki kitap sığdırmış, Akademi Kitabevi 1989 Öykü Başarı Ödülü'nü kazanmış ve ardından çeşitli dergilerde Türk edebiyatı
üzerine inceleme yazılarına ağırlık vermişti.
'Herkes Kadar'la yeniden hikâyeye dönen Çelik, başarısını ilk iki kitabından daha öteye taşımış...
'Herkes Kadar'da, hepsi de birinci tekil kişinin ağzından aktarılan on yedi kısa hikâye var. Önceki hikâyelerindeki klasik tarzını sürdürüyor yazar; merkezinde bizim, yanı başımızdakilerin ya da çok yakından tanıdığımız birilerine benzetebileceğimiz insanların olduğu, okuyucuyu şaşırtmayı ya da bir oyunun içine çekmeyi hedeflemeyen, hayatın içinden rastgele seçilen bir andaki duygu ve düşünceleri yakalamanın peşinde koşan hikâyeler, yitirilmiş bir geçmişin hüznünü barındırıyorlar. Yitirilmiş geçmiş, anlamını yitirmiş bir şimdiyi ve içinde umudun varolmadığı bir geleceği de taşıyor içinde; Behçet Çelik, günümüz orta sınıf insanının sıkıntılı hallerini anlatıyor, bizim hallerimizi...
Hikâyesi olmayanlar
Bütün öykülerde hakim olan 'ben' merkezli anlatım nedeni ile kitapta bir bütünsellik havası ortaya çıksa da, her hikâyede farklı farklı kişilere odaklanıyor yazar, ama bütün bu farklı hikâye kahramanları, hayatta artık bir hikâyesi kalmayan insanlar olarak aynılaşıyorlar. Onların hikâyeleri geçmişte, hayatı coşku ve umut dolu yaşadıkları o gençlik günlerinde, aşkların, dostlukların, aile bağlarının yalanlarla kirlenmediği devirlerde başlamış ve bitmiş... Çelik, ağdalı bir geçmiş güzellemesine kaçmadan, iş hayatını, insan ilişkilerini ve bizzat varoluş biçimlerini sorguluyor, bundan böyle yaşanılacak şiirsel bir hikâyenin imkansızlığını hissettiriyor okuyucuya.
İster banka müfettişi, ister akademisyen, ister serbest meslek erbabı olsun, aynılaşan insanların hikâyeleri de aynı olacaktır artık.
Aynılaşan hikâyelerde zamanın ve mekânın da önemi kalmıyor elbette. İşte bu nedenle, Behçet Çelik de hikâyelerine hayatın rastgele
seçilmiş bir anından, rastgele seçilmiş bir mekânından başlıyor. Bir gece vakti, bir akşamüstü, sabah ya da öğlen; bir işyeri, bir ev, bir sahil kasabası ya da otobüs terminali farketmiyor, çünkü nasılsa her hikâye dönüp dolaşıp aynı yerde, aynı sorunsallar etrafında tamamlayacak dairesini.
Hikâye kahramanları yine aynı meseleri tartışacaklar, aynı biçimde sevecekler, aynı yalanları söyleyecekler, aynı içkileri içip aynı biçimde tüketecekler zamanlarını; yani gerçek hayatta olduğu gibi, bizim yaptığımız gibi yani...
Hayatta rastgelme imkanı bulunmayan heyecanlı
ve şaşırtıcı vakalara hiç değilse edebiyat yoluyla ulaşıp başka alemlere seyahat etmek isteyenlere, yazarın kurduğu tuzaklarda yolunu kaybetmekten keyif alanlara, kurgusal metinlerde biraz aşk, biraz gizem, biraz da tarih arayanlara çekici gelmeyebilir Behçet Çelik'in hikâyeleri. Çünkü ne bir olay, ne bir heyecan barındırması mümkün olmayan sıradan hayatları anlatmış o. Hikâyelerinin kahramanları, bir zamanlar sahip oldukları pırıltıları yitirmiş bu orta sınıf aydınları,
ne masal kahramanları gibi yakışıklı, ne zengin, ne de şan şöhret sahibi kimseler. Tersine kendilerini, duygu ve düşüncelerini ifade etmekte bile tutuk kalan tutunamamış insanları öne çıkartıyor yazar. Ne acıdır ki, bu kısır hayatları sürdürme ustaları, çok da sahici geliyorlar bize. Behçet Çelik,
orta sınıf aydınlarının içinde bulunduğu ruh halini çok iyi gözlemlemiş, herhangi bir yargılamaya gitmeden, bilgiçlik taslamadan, çok sade ve sıcak bir dille yazıya dökmüş; şimdi ve geçmiş arasındaki yarılmayı ise anlatıcının belleğindeki zamansal sıçramalarla aktarmış.
İki farklı zaman var hikâyelerde. Hikâyelerdeki hüzünlü sesin bir türlü
ısınamadığı yeni zamanlarda insanlar, "artık başka modalarla giyinirler (ötekiler unutulmuştur), başka gazeteler okurlar (ötekiler kapanmıştır), başka üstatlar duyarlar (ötekiler ölmüştür), başka kitaplara
inanırlar (ötekiler anlaşılmaz olmuştur), başka ışıklarla aydınlanırlar (ötekiler sönmüştür), ve bütün bunlarla, en tabii bir tarzda, başka türlü hisseder, düşünür ve söylerler"ken, en güzel aşklar, insanın insan olduğunu hissettiren korku, heyecan ve sevinçler mazide, ama belleklerin en nadide köşesindedir.
Nereden nereye?
'Herkes Kadar', Türk hikâyeciliğinin klasik çizgisinin peşinden gidiyor. Daha çok da Sait Faik'in... Sabahattin Ali ile birlikte, hikâyeciliğimizi belirleyen en önemli yazardı Sait Faik. Toplumcu çizgi Sabahattin Ali'nin konuya ağırlık veren yazma tarzını izlerken, bireyi anlatmak isteyenler; Faik'in konusuz, kurgusuz ama toplum / birey çatışmasına yoğunlaşmış öykücülüğünü seçmişlerdi. Sait Faik'in yazdığı yıllar, toplumda büyük bir değişim yaşandığı, eski hayatın hızla tasfiye edildiği, eskinin yerine konulan yeni değerlerin birtakım resmi ideolojilerden başka bir şey olmadığı ve muhaliflere yönelik baskının giderek ağırlaştığı bir dönemdedir. Edebiyat da nasibini alır bu kaotik yapıdan. Bir yandan Ömer Seyfettin geleneği sürerken, diğer yandan Sadri Ertem'in başını çektiği toplumcu
çizgi gelişmeye başlamış, M. Ş. Esendal ise olaya dayanmayan yeni bir anlayışın temsilciliğini üstlenmiştir. Sait Faik, anlatımındaki yalınlığı, ezilen insanlara yönelik bakışı ve olaylara değil hayatın belli anlarına odaklanan konusuz hikâyeleriyle, bütün bu görünümlerin bir sentezidir. Onun anlattığı insanların yoksulluğu, umudu ve sevinci, içinde yaşadığı
toplumun ilişkilerinden, giderek kötüleşen bir hayatın katlanılamaz oluşundan gelir. Sait Faik, kendisi gibi bu yeni dünyanın acımasız kuralları ile uzlaşamayan insanları,
yine kendisinden, insandan yola çıkarak anlatmıştır.
Ne yazık ki, Sait Faik'ten sonra da yaşadığımız coğrafyada toplumsal alt üst oluşlar, insanların ayak uydurmakta güçlük çektikleri değişimler bitmek bilmedi. Bu türden miladların en keskinlerinden 12 Eylül'de eski hayatlar hızla tasfiye edildi, yükselen değerler gençlik günlerimizde sarılıp savunduğumuz ideallerimizi sildi süpürdü. 20. yüzyılın ilk yarısında yükselen sistem - karşıtı hareketler, 21. yüzyıla girerken sönmeye yüz tutmuştu. Başka ülkelerde olduğu gibi, 80'li yıllardan başlayarak Türkiye'de de, sistemin karşısından sistemin içine doğru bir göç başladı. İşte Behçet Çelik'in hikâyelerinde karşılaştığımız orta sınıftan aydınlar da bu göçmen kuşağından; yeni dünyanın acımasız kuralları karşısında gençlik ideallerinden uzaklaşan, yeni hayatın içinde bir yer edinmelerine rağmen onunla bütünüyle uzlaşamayan, değerler eksenindeki kaymanın farkına varıp başını hafifçe öne eğen insanlar...
Kitaptaki ilk ve son hikâyesini aile ilişkilerine ayıran Behçet Çelik, diğer hikâyelerinde ağırlıklı olarak geçmişteki aşkların, dostlukların, duygu ve düşüncelerin
bugünlere sarkan pejmürde hallerini işliyor. Hikâye kişileri yine birlikte sarhoş olup birlikte şarkı söylüyorlar, yine aynı evleri paylaşıyor, yine seviyorlar birbirlerini, ama hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığı bir dünyada yaşadıklarının da farkındalar;
"yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibi", "umut ve korkunun hiç bir anlam ifade etmediği bir dünyada, bir şeyi bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi", geçip giden ömürlerine şaşkınlıkla bakıyorlar ...

Radikal Kitap, 29.03.2002

Comments

Comments are closed on this post.