Orta Sınıfın Cehennemine Bir Bilet - Nihat Ateş

Friday, December 3, 2010 8:08:00 PM

Bir insanın “ne” olduğu,

söz konusu insanın kişisel deneyiminden çıkartılan

görünüş, tavır, zekâ ve durum niteliklerine ilişkindir.

Buna karşılık “kim” olduğu ise açıkça bireyi aile bağlantıları

ve sosyal bir sınıfa göre konumlandıran

bir sosyal ilişkiler ağına atıfta bulunur.(1)

Behçet Çelik yeni kitabı Düğün Birahanesi’nde (2) bize “orta sınıfın” cehennemini göstermeye devam ediyor. Bir önceki öykü kitabı “Herkes Kadar”(3) ile başlayan aynı izleğin sürdüğünü söylemek olanaklı. Düğün Birahanesi’nde, Behçet Çelik’in öykülerindeki “orta sınıfın” “ne” olduğundan, “kimler” olduğuna dair bir araştırmayı daha da geliştirdiğini hemen saptamak mümkün. Mümkün de bu orta sınıfın özellikle “90”larda başlayan öne çıkışını anlamak gerekiyor önce:  “Yeni orta sınıf, "ücretli" çalışmakla birlikte işçi sınıfı içinde değerlendirilmesi güç olan sınıf unsurlarını içermektedir. Bunlar, burjuvazi ile proletarya arasındaki kutuplaşmış ilişkinin dışında kalan eski orta sınıfların tersine günümüzde iki kutup arasında sıralanan çeşitli ara konumları oluşturmaktadır. Yeni orta sınıfların proletaryadan ayrıldıkları noktalar (a) üretim araçları üzerinde veya başkalarının emekleri üzerinde belli bir denetimde bulunmaları, (b) üretim süreci içinde göreli bir özerkliğe sahip bulunmaları ve (c) emek pazarı içinde ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarıdır. Tabii bu ayrıcalığı 80 sonrası önemli efsanelerden olan, dijital devrim, bilgi toplumu, bilginin demokratikleşmesi, dot.com toplumu, iletişim devrimi, yönetişim "çağ atlama" çerçevesinde düşünmek de gerekiyor. Bazı kuramcılar ise yeni orta sınıfı yönetsel ve profesyoneller olarak ikiye ayırmaktadır. Bu ayırım "yönetsel devrim" çerçevesinde yapılmaktadır. Yani, yönetim işini sermayenin işlevleri arasında görmeyenler, yüzyılın en önemli devrimlerinden birisi olarak gördükleri "yönetsel devrim" olayının sınıf ile mülkiyet arasındaki ilişkiyi değiştirdiğini ve günümüzde büyük şirketlerde profesyonel yöneticilerin tekeline geçmiş karar alma süreçlerinin tümüyle bürokratikleştiğini öne sürerler. Bu anlamda "yönetsel kesim" yani üst düzey yöneticiler geleneksel burjuvazi ve seçkinlere yakınken "profesyoneller" daha geniş bir beyaz yakalı kesimi kapsayacaktır. Veya seksenlerdeki ismiyle genç kentli profesyonelleri.(4) Biliyoruz, 80’li yıllarda mayalanan bir “yeni orta sınıfın” 90’lı yıllarda ortaya çıkışına tanık olmuştuk. Yukarıda tanımlandığı gibi işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki klasikleşmiş anlamdaki orta sınıflar, özellikle “hizmet sektörünün” hızla gelişmesi, finansal sermaye ile birlikte, dünyanın “küreselleşme” evresi bu sınıfın ortaya çıkmasında etkili oldu. Oysa klasikleşmiş işçi sınıfı ve sermaye arasındaki sınıfın konumundan kaynaklanan “gerilimi”, işçi sınıfı mücadelesinin hızla geri çekilmesi de bu sınıf üzerindeki gerilimi varsayılabileceği gibi azaltmadı; arttırdı. Bu kez, tarihin bu dönemecinde, finansal sermayenin, giderek küreselleşmenin durmaksızın ürettiği krizlerdi karşı karşıya kaldığı. Kendilerinmiş gibi sahiplendiği kurumlar onu kapının önüne koyuyordu. Ama yine de bu sınıf tarihsel refleksini gösterdi ve durmadan gerilimini kendi içinde gidermeyi denedi.

İşte temeldeki bu sıkışmışlığı Behçet Çelik Düğün Birahanesi’ndeki öykülerinde çok güzel anlatıyor. Öykülerinin hemen hepsinde, orta yaşlarını yaşayan, eğitimli ya da ticaretle uğraşan kişiler var. Örneğin Perdedeki Hayal öyküsünün kahramanı babasıyla küçük bir dükkân işletir ve dükkân batmak üzeredir. Enişte ise yörenin en zenginlerinden biridir. Kredi meselesini konuşmak için enişte evinde toplanılır, borsadan konuşulur bir süre ve sıra kredi meselesine gelir. Kısacık bir an içinde “kredi işinin” olmayacağı anlaşılmıştır. Amca’nın oğlu Erkin, bir borsa şirketinin o bölgeden sorumlu yöneticisidir ve kahramanımızın babasına şunları söyleyecektir: “Darılmayın ama siz çağı yakalayamadınız. Birkaç markanın mümessili olabilirdiniz. (…) Yok… yok… Siz risk almaktan korktunuz dayıcığım.” (s. 88) Öykünün anlatıcısı kahramanımızın anne ve babası üzülmüşlerdir. Kızar onlara: “Dik dursanıza” dedi içinden.” (s.89) Bütün bu ilişkilere rest çekip, hayatlarından çıkan öteki amca figürü ise öykü kahramanının örnek aldığı kişidir. Babasına da neden onun gibi olmadığı için içten içe kızmaktadır. Ama o da amcası gibi olmayı göze alamayacaktır. Yaptığı en büyük dikbaşlılık, babasının eniştesinden iş istemesi önerisine karşı çıkmaktan öteye gitmeyecektir. O da sevgilisini düşünecektir. Terk ettiği sevgilisini. Sevgilisini düşünürken kendi içinde kırılıp kalacak, isyânı ise sevgilisini düşündüğü gibi etrafındakileri içten içe eleştirmesinin ötesine geçemeyecektir. O belki de amcasına bu isyânı hayata geçirebildiği için hayrandır. Kendisinin belki de hiçbir zaman yapamayacağını bildiği şeyi yaptığı için.

“Hepsi Bir”(s.91) öyküsünde ise, küçük bir atölye ile işe başlamış, sonra işi “büyütmüş” bir işadamının iyi eğitimli kızı ile karşılaşıyoruz. O ise “Perdedeki Hayal” öyküsünün anlatıcısından biraz daha farklı olarak, en azından kurtulmayı denemiştir. Babası oğlu ile birlikte çalışmaktadır ve kızını da yanında görmek istemektedir. Ama hiçbir zaman bunun için ona baskı yapmayacaktır. Kızı bir süre yapmak istediklerini yapmaya çalışmış ama başarısız olmuştur. Senaryolar yazmayı dener, o dünyanın içinden bir sevgilisi vardır. Senaryo yazma işinde başarısız olur, sevgilisinden ayrılır… Sonuçta “hepsi bir”i anlatmaya başlar. Orada da olsa babasının yanında da çalışsa onun için bir şey değişmeyecektir. O da babasının yanında iç işleyişten sorumlu genel müdür yardımcısı olmayı seçecektir. İlk iş gününde masada oturup kendi iç seslenişiyle bütün bu hesaplamaları yaparken önündeki kâğıda “Her şey mümkün” diye yazacaktır. Oysa o da en azından hayatının şimdiden sonrası için “her şeyin mümkün” olmadığının bilincindedir. Çelik, kahramanına bu cümleyi yazdırarak çelişkiyi daha bir netleştiriyor. Sonuçta Perdedeki Hayal’in kahramanıyla, Hepsi Bir’in kahramanın “kabuleniş”te yolları buluşur.

“Çivi” ve “İki Cami Arasında Beynamaz” öykülerinde ise aynı öykü kahramanıyla karşılaşıyoruz. Düğün Birahanesi’ndeki öyküler aslında sürekli kahramanları üzerinden birbirine bağlanıyor. Birinde öykünün ana anlatıcısı olurken bir başka öykünün ikincil bir kahramanı oluyor. Her iki durumda da bütün bu kahramanlar daha bir netleşiyor.  Çivi’de işini evinden yapan bir anlatıcı ile karşılaşıyoruz. Evinden çok az çıkıyor. Bir gün muhasebeci olan sevgilisi de işlerini evden yürütme kararı alır. Bu kahramanımızı biraz tedirgin etse de kendisi için belki de daha iyi olacağını düşünür. Çocuklar, evin arkasındaki çamurlu toprakta “çivi” oynarlar. Öykünün kahramanı aslında çivi oynarken çocukların birbirlerine sınarlar çizdiğini düşünüp, daha o zamandan öğreniyoruz belki de sınırlar çizmeyi diyecektir. Çünkü bir süre sonra ikisi de aynı evin içinde birbirlerinin sınırlarına müdahale etmeden yaşamayı becereceklerdir. Ama bu beceri aynı zamanda “yabancılaşmanın” da temellerinden biri olacaktır. Öykünün sonunda sevgilisinin şöyle dediğini okuruz: “Canım, pardon ya, hesap yapıyordum dinleyemedim seni. Ne demiştin?” (s. 104) Çelik’in en keskin çelişkileri,  kahramanına yaptırdığı küçücük bir hareketle, kısacık bir tümceyle ortaya serişi çok başarılı. Kısa öykü türünün bu özelliğini gerçekleştirebilen çok az öykü yazarı olduğunu söylemek isterim. İki Cami Arasında Beynamaz da kahramanımız sevgilisinden ayrılmıştır artık. Hemen öykünün girişindeki satırlar şöyledir: “ Aylardır, ne ayları, yıllardır kapandım eve. Ne adına? Hiç! Gelirim azaldı, doğru, ama herkesinki azalmadı mı? Kimse eve hapsetmedi kendini benim gibi. (…) Kendimi kandırmanın anlamı yok, eninde sonunda, Nilgün’le yaşadıklarımızın, yaşamadıklarımızın da denebilir, etkisiydi. Gönül yarası ekonomik krizle birleşince, gelsin televizyon, gitsin evin  dört duvarı (s.105)

Yeni orta sınıfın yaşadığı kriz Behçet Çelik’in kahramanlarının “çivi oyunu” oluyor. Kendilerine dönüp, her şeyden önce kendileri için güvenlikli bir ortam yaratmaya çalışıyor ve hayatlarını nasıl olursa olsun düzen içinde tutma arzusunu duyuyorlar. “Düzen üzerinde ısrarla durmak orta sınıf zihniyetinin bir özelliğidir. (5)

Soğuk Bir Ateş’te (s.34) ise baba ve oğul bira içmektedirler. Baba, karşı masada yasak bir aşk ilişkisini yakıştırdığı bir çifti gözlemektedir. Onları gözlerken kendi hayatını düşünmektedir. Düğün Birahanesi’nin kendi içinde kırılıp kalmış bir orta sınıf kahramanıyla daha karşılarız bu öyküde de. Yaşadığı küçük kentten mutsuz ama onu bırakıp gidemeyecek kadar korkak davranmıştır baba. (Kitabın bir önceki öyküsü Ötedeki’nde isi kahramanlar durmadan şehir değiştirirler ama sonunda hep büyük bir daire çizerek çıktıkları kente döndüklerini fark ederler.) Kendi yapamadıklarını oğlunun yapmasını arzular. Lise’den sonra büyük bir kentte üniversite kazanacağını düşünmüştür ama oğlu bulundukları kentin üniversitesini yazmış ve orada kalmıştır. Öykünün en gerilimli ve gerilimin çözülüşü baba ve oğlun şu konuşmasında bir arada gerçekleşir: “Ne yapmayı düşünüyorsun okul bitince? Bilmem… Askere giderim herhalde. Aradan çıksın istiyorum. Sonra da bir iş bulurum’.” Al işte! Bu kadar. Sonra da evlenir, diye düşündü. Annesi gibi tutkusuz biridir o çıtı pıtı kız da. (…) “Bu kadar mı diye sordu zorlanarak. “Ne olacak ki daha”. Çocukların hayallerini çaldılar, engel olamadık, diye düşündü. Sistemdeydi kabahat. Dünyayı yönetenlerde… “Yok yok” dedi içinden “suçu sisteme misteme atmamak gerek.” Kendisindeydi suç. Oğlanın gördüğü önek babasıydı. Birileri birilerinin hayallerini çalmıştı, bu doğruydu, ama çalınan kendi hayalleriydi. Çalınmasın diye saklamıştı, ama biraz fazla saklamıştı anlaşılan. (s.39) Öykünün sonunda baba oğluyla oturduğu yerde eskiden birlikte top oynadıklarını söyleyecektir oğluna; söyler söylemez de otururken bunu söylediğini hatırlayacaktır. Oğlu güler. Bunuyor musun baba” diyecektir. Oysa öykünün başında böyle bir cümle yoktur. Babanın bunu söylediğini öykünün sonunda öğrenir okur. Aslında tıpkı çivi oyunu gibi, Ötedeki’nin başladıkları yere dönen kahramanları gibi öyküde başladığı yere dönmüştür. Bu ustaca kurgulanmış son, bize metnin özüyle ilişkisini göstermesi açısında bir ders niteliğindedir adeta.

Düğün Birahanesi çıkışsız, durmadan kendi içinde dönen bir sınıfın insanlarını derinliğine çözümlemeyi başarmış, bu sınıfın içinden geçtiği tarihsel kesiti çok iyi gözlemlemiş, yine bu sınıfın geleneksel reflekslerini de iyi okuyabilmiş bir öykücünün, yani orta sınıfın “ne” olduğunu değil, “kim” olduğunu gösteren bir öykü kitabı. Bir öykünün de başarısı “ne” sorusuna verdiği yanıtta değil “kim” olduğuna verdiği yanıtta saklı değil mi zaten.

NOTLAR:

1- Aktaran Şerif Mardin, Kültür Fragmanları içinde s. 129 (Kültür Fragmanları -Türkiye’de Gündelik Hayat, Deniz Kandiyoti- Ayşe Saktanber, Çev: Zeynep Yelce, Metis Yay, 1. Basım Kasım 2003)

2- Behçet Çelik, Düğün Birahanesi, Kanat Kitap, 1. Basım Temmuz 2004

3- Behçet Çelik, Herkes Kadar, İletişim Yay, 1. Basım 2002

4- Ali Şimşek, Söylem Terminatörleri ve Yeni Orta Sınıf, soL Dergisi, sayı:193

5- Kütür Fragmanları, s, 41

Agora, Kasım-Aralık 2004, sayı:40

Comments

Comments are closed on this post.