Hepimizin Yaşadığı Öyküler - Gültekin Emre

Thursday, December 2, 2010 10:18:00 PM

Behçet Çelik, Herkes Ka­dar ve Düğün Birahane­si’ndeki öyküleriyle öy­kücülüğünü kalıcı kılmayı başarıyor. 0, bize sokağı, evleri, insanların iç dün­yalarını, düşlerini, geç­mişlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, sevdalarını, duş kırıklıklarını... samimi, yalın, pırıl pırıl bir Türkçeyle anlatıyor.

Öykülerin hayatla bire bir ilişkisi olduğunu düşünmüşümdür hep. Kurmaca da olsa hayata ustaca so­kulmasını biliyorsa yazar, öyküsünü sokak­larda, meydanlarda, işyerlerinde, yollarda, sevdalarda, aile içi ilişkilerde, geçmişte. günlük yaşamın boğucu çarkında... sınamalı gibi geliyor bana. Kitaplarda yer alan öykülerle kendimizi özdeşleştirdiğimizde beğeniriz yazılanları. Biraz da bizizdir öykü kahramanları ya da öyle olmayı isteriz çoğu kez. Öykülerde kahramanların başına ge­lenler, onların yaşamına damgasını vuran olaylar biraz da bizim yaşadıklarımızdır ne de olsa. Bizi kendimize anımsatan, bizi baş­kalarına tanıtan, duyuran öyküler değil mi­dir? Bunları Behçet Çelik'in yeni öykü ki­tabı Düğün Birahanesi'ni okurken düşün­düm.

Behçet Çelik’in daha önce İki Deli Derviş (1992), Yazyalnızı (1996), Herkes Kadar’la (2002) çıkmıştı okurun önüne. Okur önünde başarılı bir sınav verdikten sonra Düğün Birahanesi’nde (2004) topladığı 17 öyküyle yine okur karşısına çıktı geçen günlerde. Sondan bir önceki  kitabı Herkes Kadar, ilk elde yalın ve süssüz anlatımıyla dikkat çekmişti: Yaşanan günlük sıkıntıları, çıkmazları, bunalımlarını, ev içlerini, aile içi çelişkileri, hayatın içinde büyüyen boşlukları, sevdaları... ustaca öyküleştiriyordu Behçet Çelik. Onun öykülerinde kardeşler birbirine fazla açılamaz, birbirlerinin açığını kapatmayı yeğlerler. Evliler giderek birbirlerinden soğur, uzaklaşırlar. Karı koca arasındaki ilişkileri zedeleyen kaçamaklar günün birinde su yüzüne çıkar. Eski arkadaşlar, dostluklar giderek değişir; yabancılaşırlar birbirlerine. Hayattan herkes kendine göre pay alır. Eski dostlar, arkadaşlar bir yerlere savrulup giderler. Günün birinde bir araya geldiklerinde de eski coşkularının yerini hayatın sıkıntıları, sorunları alır. Dost bir karıkocanın akşam yemeğine sinen sıkıntıyı, geçmişin unutulmaz anılarını düşünmek bile gideremez. Karıkoca arasındaki soğukluğa şarkılar bile çare olamaz kimi zaman. İşyerlerindeki insanların dünyaları, beklentileri, hayatın akışına kapılıp gidişleri de öykülere yansır. Yıllar sonra umulmadık bir yerde ve anda eski dostlarda karşılaşıverir. Yüzlerde ve davranışlardaki değişimlerde bir bir irdelenir, ele alınır öykülerde. Kadın erkek arasında yaşanan düş kırıklıklarına da öykülerde tanık oluyoruz. Behçet Çelik, kahramanlarının kendileriyle ve çevreleriyle hesaplaşmalarına da genişçe yer veriyor öykülerinde.

Düğün Birahanesi’ndeki on üç öykü, bir önceki kitap Herkes Kadar’daki öykülerle de özdeşleşiyor, ortak yanlar, iç içe geçmelerle bir bütünlük oluşturuyor. Tanıdığımız dünyayı öykü boyutunda yeniden bizimle tanıştırıyor Behçet Çelik.

“Denizin nerede bitip gökyüzünün nerede başladığı belli değil.” İşte bu cümle beni aldı götürdü uzaklara: tatile, deniz kenarına gidiverdim birden onca işimin arasında. Günlük çarkın sıkıcı, stresli ortamından kopardı beni bu sıcak, samimi, içten giriş cümlesi. Sonra öykünün başlığına baktım. “Ötedeki”: Ötelere gidip geldiğim 33 sayfalık öyküdeki hayatı, hayatları bende yaşamış mıydım? Öğrenciliği, sıkı dostluğu, aynı kıza tutulmayı bende yaşamamış mıydım? Hayatın kapalı kapılar ardındaki yüzünü, yaşamadığım pek çok ince ayrıntıyı dindirilmesi zor bir merak hummasıyla tanımak, görmek, bilmek istemiştim. Aşk paylaşılmaz ama acısı ve sevinci bölüşülür. Dostluklardır hayatın zorluğuna göğüs germemizi sağlayan: o, unutulmaz, özverili, yalın arkadaşlıklarımız yol ayrımına gelse de içimiz sızlaya sızlaya da olsa özleriz geçmişi, yaşananları: kırgınlıklar küsmeler de olsa bu yolda, dayanışma, paylaşma aradaki ilişkinin motorudurlar.

AİLE İÇİ İLİŞKİLER

Behçet Çelik'in yeni öykü kitabı Düğün Birahanesi'ndeki öyküler beni geçmişe, öğrencilik dönemime, Türkiye' de yaşadığım yıllara aldı götürdü. Aile içi ilişkiler, küçük çatışmalar, yüksek sesli itirazlar, düşüncele­rin tam dile getirilememesi, sevginin üstüne gidememe, geleneklerin kendine göre etkisi, yönü, nedeni belirsiz yolculuklar, otogarlar, lokantaların hüzünlü havası, sar­hoşluklar, küçük çapkınlıklar, bir kentten bir başka kente, ya da kasabaya taşınma­lar... Öyküler tıka basa hayatın her katma­nıyla, her kıvrımıyla, her türlü ilişkiyle, so­runlar yumağıyla şişirilmiş değil; tersine dönüp duran bir çarkın içinden çıkıyoruz yola, öykülerin gösterdiği yolda yürümeye.

Ayhan, Ayhan’ın bir zamanlar sevdiği kadın ve anlatıcı üçgeninde içi hesaplaşmalarla süren, yürüyen bir öyküdeki bir öteki durum vardır “Ötedeki’nde hemen kendini ele vermeyen, ama var böyle bir şey ve bunun ne olduğunu düşünürken öykünün sonuna geliyorsunuz şaşırtıcı bir biçimde. Nuri’nin yazdığı mektup işi biraz daha gizemli kılmaya yetiyor, sonuçlandırmıyor, üstelik öykünün devamını bize yazdırıyor yazar. Öykü anlatıcısıyla Ayhan’ın eski kız arkadaşı arasında da içten içe gelişen ve Ayhan’la aralarında ne olduğunun tam olarak çözülemediği, kendini sürükleyen gizemli bir anlatıma yanık oluyoruz. İlişkilerdeki öne çıkmayan belirsizlik, yaşananların ortasında patlamayı unutmuş bir mayın gibi duruyor. Büyük kent insanının yalnızlığı, parçalanmışlığı,tedirginlikleri... öykü kahramanlarının yaşamına ağıyor.  Baba oğul arasında yürümeyen ilişkiler daha çok iç monologlarla öyküye yayılıyor. “Çocukların hayallerini çaldılar, engel olamadık, diye düşünür” baba . Suçu da sistemde bulur. Oysa suç kendisindedir: “Oğlanın gördüğü örnek babası”dır çünkü. “Birileri birilerinin hayallerini çalmıştı, bu doğruydu, ama çalınan kendi hayalleriydi. Çalınmasın diye saklamıştı, ama biraz fazla saklamıştı anlaşılan. Kimsenin haberdar olmadığı bir tutku tutku muydu?” Pastanedeki bir çifte gözü takılan babanın, oğluyla konuşacak bir şey bulamaması, karşıdaki çifti düşünmesi gözümüzün önünde olur neredeyse. Sonra o çiftin öyküsü girer öykünün dünyasına. Öyküler iç içe geçiyor, birbirinin içinden geçiyor ustaca, ya­dırgatmayan bir kurguyla.

"Dışardan da tuhaf görünüyordu, ama içerisi daha tuhaftı"diye başlıyor “Tuhaf” başlıklı öy­kü ve tuhaflığın ne olduğunun üstüne gide gide gelişiyor anlatım. Birilerinin hep söyleyecek bir şeyi vardır da söyleyemezler, yarım kalır kimi şey­ler, ama Behçet Çelik'in kurduğu öykünün yolu böyledir, belirsizlikler ve çağrışımlar. Öyküler apaçık kendilerini ortaya koymazlar, kahramanlarının dünyasını biraz da biz okur­lar tamamlarız kendi içimizde.

"Daha önce birkaç kez gördüğüm biriyle bu kadar uzun süre oturup konuşacağımı, kimselere açmadığım şeyleri uzun uzun an­latacağımı söyleseler inanmazdım." Ama hayatta oluyor böyle şeyler. Bir anda biri­siyle dertleştiğimiz çok olmuştur. Suskun­luklarla, içe atmalarla geçen günlerin acısı elbette böyle boşalmalarla çıkar. Birbirine açılamayan insanların dünyası... beklentilerle geçen günler... yalnızlığına sığınmak­tan başka elinden bir şey gelmeyenler... iç hesaplaşmalarını bir türlü tamamlayama­yanlar... kırgınlar, kızgınlar, üzgünler, sıkın­tılılar... Behçet Çelik'in öykülerinde bizi bekleyen bunlar ve daha da ötesi; durma­dan yeni şeylerle keşfedilen insan. Son de­rece sıkı bir çevre gözlemini de ekleyince buna, ortaya günümüzün  dünyasına, orta­mına ışık düşüren öyküleri elimizden dü­şürmeden, bir solukta okuyuveriyoruz.

DÜĞÜNÜN KARMAŞASI

Kitaba adını veren “Düğün Birahane­si"nde bir düğün atmosferinin karmaşası içinde kotarılıyor anlatıcının gözlemleri.  “Akın'ın akrabasının düğünü vardı bitişikteki salonda. Sabahtan aramış, gitmezse çok ayıp olacağını, ama tek başına giderse de sıkıntıdan patlayacağını söylemişti. “Bunun üzerine nazlanmadan kabul eder bu öneriyi anlatıcı: Uzun yaz akşamında yapılacak bir işi de yoktur nasıl olsa. "Severek evlenenlerin mutsuzluğuna" takılıyor öykünün kah­ramanı. Çevrelerindeki mutsuz insanları gö­rünce bu yargı da pekişir elbette. Evliliğin irdelenmesi, kurtuluş mu, mutsuzluk mu ikileminin yarattığı sıkıntı ve bir düğün or­tamının çizdiği eğri yaşama döndürücü göndermelerle derinlik kazanıyor. Bir başka öyküde de ayrılan çiftler ele alınıyor, ayrılığın yarattığı sıkıntı, karamsarlık öykünün arka planına ustaca yerleştiriliyor. Belki de ayrılma nedenleri tam belirlenmemiş, birbi­rini başlarda tamamlarlarken, giderek birbi­rinden uzaklaşan çiftlerin etrafımızda ne kadar çok olduğunu düşünmeden yapamı­yoruz “Ya Alkol Olmasaydı”yı okurken. Çalıştığı şirketin müşterilerinden tahsil edemediği paralan al­mak için yollara düşen memurun bir gününe tanık olmak pek keyifli olmasa da, öğretici. Kenti yaya do­laşırken, adresten adrese giderken iç düşüncelerle gelişen öyküde hem memurun, hem de borcunu ödeyemeyenlerin dünyasına ustaca dahil ediyor bizi Behçet Çelik. Pi­yasaların ve esnafın durumunu gözümüzün  önüne getiriyor öykünün kahramanı. İşi gereği pek çok kent­te giden, çalıştığı firmanın oradaki temsilcileriyle toplantılar yapan, raporlar alıp veren bir çalışanın fa­külte yıllarında çok samimi olduğu Cem ile Ayşen'in kaldığı kente giderken düşündüklerini içim burkularak okudum. Fakülte yıl­larındaki sıkı dostluğun arasına, sonradan evlenerek Anadolu'nun küçük bir kentine yerleşen Cem ile Ayşen'in yaşamlarını, geç­mişlerini kimi kararsızlıklarla, tedirginliklerle, gözlemlerle ustaca örüyor Behçet Çelik “Ayakkabı Kutuları" başlıklı öyküsünde. Emekli bir memurun aynada kendi yüzüne bakmasından daha doğal ne olabilir ki? Ama iş o kadarla kalsa iyi, bir de gözlerini, gozlem1erini içine çevirince, işte bir günün dramatik öyküsü; “Ne Oldumsa..." Eşin­den, kızından, çevresinden, yaşadıkların­dan, yaşayamadıklarından, düşlerinden ve beklentilerinden arta kalanlar ve kalmayanlar... Sıkıntılar, huzursuzluklar ve eşinin imlediği, "Sen ne oldunsa benim sayemde ol­dun" aşağılamasının yarattığı düş kırıklığı dökümünü her gün yaşayan ne çok insan vardır çevremizde. “Perdedeki Hayal" de milletvekili seçilemeyen enişteye evin yetiş­kin oğluna iş bulması için aracı olması iste­nir: Bunun iş arayan gençte yarattığı gergin­liğin, ailesiyle olan ilişkilerinin gözden geçi­rilmesinin ve akşama yemeğe gidişin sıkıntısını yansıtan duyarlı bir öykü. Babasının "fabrika" ya da "atölye" dediği yerde işe başlayan bir genç kızın düşüncelerini, duy­gularını, beklentilerini yansıtıyor "Hepsi Bir" başlıklı öykü. Ne staj yaptığı fabrikayı, "ne de son sene gidip" geldiği plazadaki hayatı sevdiğini görünce kendisi ister baba­sının plastik fabrikasında çalışmayı. Bir aile şirketinin iç dünyasına da tanık oluyoruz böylece öykü boyunca. Evde, yayınevine yayınlanmak üzere yollanan kitaplar hakkında düşüncelerini yazar ve arkadaşı da onun geçineceği kadar para verir. Hayatını böyle kazanan kahraman yapayalnız biridir. Günün birinde bir sevgilisi olur bu “Çivi" adlı öyküdeki kahramanın. Kız arkadaşı da işin­den ayrılır ve o da evden yürütmeye başlar işini. Sonra bu garip ikilinin yolları ayrılır dramatik bir biçimde.

YALNIZLAR, YALNIZLIKLAR...

Yalnızlar, yalnızlıklar, kendine sığınan ve kendi dışına çıkamayanların dünyasına da ortak ediyor bizi Behçet Ç;elik. O, evli çif­tin arasında yalnızlığı daha da artan bekar­ların durumunu da gözümüzün önüne seri­yor. Lokantaların içkili, sigara dumanlı or­tamlarına, otobüs yazıhanelerinin kalabalığına, büroların soğuk duvarları arasına, evlerin boğucu kıskacında, geceye açılan evlerin boğucu karanlığında, içkili sofralar­daki acıklı ilişkilerde, kahvelerin insanı he­men sarıveren yalnızlık çemberinde...Öykü­den öyküye girip çıkarız  kahramanlarla, ya­zarla birlikte.

Behçet Çelik Herkes Kadar ve Düğün Birahanesi'ndeki öyküleriyle öykücülüğünü kalıcı kılmayı başarıyor. O,  bize sokağı, evleri, insanların iç dünyalarını, düşlerini, geçmişlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, sevdalarını, düş kırıklıklarını... samimi, yalın, pırıl pırıl bir Türkçeyle anlatıyor. Çok­tandır beni saracak, etkileyecek, samimi, içten öyküler okumadım diyenler için Behçet Çelik'in  yazdıkları.

Cumhuriyet Kitap, 30 Haziran 2005

Comments

Comments are closed on this post.