Dünyanın Uğultusu - Mehmet Serdar

Thursday, December 2, 2010 3:39:00 PM
Behçet Çelik Sait Faik ödülü ile doruğa tırmanan öykücülüğünün yanına çok başarılı bir yapıtla romancılığını da ekledi: Dünyanın Uğultusu. Roman Ahmet’in işten atılmasıyla başlıyor. Son yayımlanan işsizlik rakamları resmi verilere göre üç milyona ulaşmış bulunuyor. Günümüzde edebiyatın hep toplumun somut yaşamından kopuk ve insanlarımızın dertlerinden, sorunlarından yalıtık konular etrafında oyalandığından yakınılır. Bu kez karşımızda ülkemizle birlikte bütün dünyanın en temel sorunu çerçevesinde anlatılan bir dizi roman kişisi var.

 

Kitabın krizi yakalamış olması bir rastlantı mı? En belirgin göstergesi işsizlik olan zaten üç beş yılda bir krize giren kapitalizmin kaçınılmaz bir özelliği mi? Ama daha çok bir sanatçı öngörüsü sayılmalı. İçinde bulunduğumuz derin krize bugün yakalanmış olmasak da romanın gelecekte bir çok kriz döneminde okunacak olması onu salt bu nedenle zamana dayanıklı kılıyor.

 

Kapitalizmin günümüz özelliklerine göre işsizlik önce bankacılık sektöründe başlıyor. Bu 2001 krizinde de Türkiye’de böyle oldu, şimdi dünyada. Ama hızla Türkiye’ye de geliyor. İşsiz kalan kahramanımız da mali sektörden.

 

TOPLUMSAL SORUNLAR

 

Toplumsal yaşamın temel gerçeği üzerine oturuyor roman. Bu özellik anlatılan insanları gerçek, yaşayan insanlar haline geliyor. Boşlukta yüzmüyorlar. Krizin temel göstergesi işsizlik. Önce mali sektörde başlıyor. Para çekiliyor, korkuyor kaçıyor, güvenli kovuklar arıyor. Bu nedenle talep daralıyor. Tüketim düşüyor. Arkasından da üretim düşüyor, giderek duruyor. İşten çıkarmalar başlıyor. Roman kahramanları bu aralıkta yakalanmış. Kapitalist gelişmenin temel gerçeği. Daha büyük yatırım daha yoğun sermaye bileşimi demektir. Emek oranı düşer. Emek oranı düşünce de kazancın asıl kaynağı emek sömürüsü azalır. Sonra yine teknolojinin gelişmesi yeni bir işsizlik zorlamasıdır. Teknoloji emeğe gereksinimi sürekli azaltır. Teknoloji geliştikçe emek de kendini geliştirip yenilemek durumundadır.

 

Bir insanı öncelikle mesleği, işi, işsizliği, parasızlığı çerçevesinde anlatmak romanın asıl erdemi. İnsan aslında öncelikle işiyle birlikte var bu toplumda. Toplumca yaratılan değere bir katkıda bulunur insan ve sonra kendi gereksinimlerini karşılamak ve daha ötesi yaşam düzeyini geliştirmek üzere bu toplamdan payına düşene uzanır. İhtiyacının çok çok ötesine geçecek bir değeri edinmek için niye parçalanır, yaşamı kendine zindan eder? Bu sırada başkalarının da gereksinimlerini giderebileceği bir düzeyde kazanç edinmesini engelleyerek hatta onlara el koyarak onları yokluğa yoksunluğa neden iter? Doğayı, kaynakları yok ediyor üretim sırasında ortaya çıkan, doğayı perişan eden atık maddeleri yan ürünleri hiç hesaba katmadan ya da onların olumsuz etkilerinin yalıtlanmasının kazancını düşüreceğinden korkarak onları görmezden gelerek neden ört bas etmeye çalışır?

 

Birçok soru var insanın işiyle ilişkisi çerçevesinde. İşini seviyor mu, salt geçimini sağlamak için mi yapıyor? Çalışmanın sonucu ede edilen üründen hoşnut mu, onu kendi inandığı değerlerle uyumlu görüyor mu? Yoksa hiç istemediği sonuçlar mı var karşısında? Yarattığı ürünü bütün yönleriyle savunabilir mi? Yoksa elde edilen sonuçlarda, olumsuzluklarda sorumluluğun olmadığı iddiasında mı? Elde olmayan nedenlere mi bağlıyor olumsuzlukları? Çalışmanın koşulları ve elbette sonuçları tümüyle kendi bilinçli tercihlerinle, kararlarınla mı ilerliyor?

 

Ahmet işsiz kaldığında bu sorularla pek karşılaşmıyor. Derin bir bunalımın başlangıcında olmaktan çok özgürce kullanabileceği geniş bir zaman dilimine sahip olabileceğini düşünerek seviniyor da. Ama roman boyunca aslında toplumsal yaşamın asıl ritmini oluşturan üretim temposunun dışına çıktığında da gittikçe çözülüp dağıldığı bir sarsıntılı döneme girmiş oluyor.

 

Eğer işsizsen geçimini sağlayacak durumda değilsin, toplumsal yaşamın dışladığı bir insansın. Bir statün yok. İşsiz demek işe yaramaz demek. Üretme yaratma becerisi olmayan demek. Böyle bir becerisi olmayan ortadaki bölüştüğümüz toplam değere katkı yapmamış ama zorunlu giderleri için tüketmek için pay isteyen biri durumunda. Kim böyle bir adama uzun süre saygı gösteriri, değer verir? Geçici bir süre işsizli tamam, ama ya uzun dönemli ve kalıcı ise. Kapitalizm herkesi her an böyle bir konuma fırlatabilir. Romanın Ahmet’in kendine olan güvenini yitirişini anlatıyor. İş hayatı bu kadar önemli mi?

 

Dünyanın Uğultusu, bir taraftan da bir aşk romanı. Bir aşk üçgeni olarak gelişiyor. Ama çok somut bir kadın erkek ilişkisi çerçevesinde. İlişkilerin tarafları, özellikle içeriden anlatılan Ahmet ve Aynur somut bir yaşarlılık kazanıyorlar. Ayla ise Ahmet’in olduğu kadar Aynur’un da merak ettiği ve anlayamadığı gizemli bir kadın. Kadın erkek ilişkisinin o sonsuz gelgitli, bazen içine dünyalar sığan bazen her şeyi dışlayan, çok yönlü çok boyutlu hali bu ilişkide hem de bir döneme, bir toplumsal kesime özgü haliyle çok güzel anlatılıyor. Varla yok arasında Ahmet’in Aynur’un ruhlarının en küçük bir titreşiminde. Ahmet işsizliğin üzerine ayrıca bir yaş dönümünde bulunuyor. Kırk yaş hayat treninin son katarı. Olgunluğun doruğa tırmandığı, zihinsel kapasitesi en üst düzeyde olduğu, ama bedeni inişe geçmeye başladığı dönem. Aynur, Ahmet’in yüzüne karşı tümünü söylemediği eleştirilerinde çok haklı.

 

RUH HALLERİ

 

Ruh halleri o kadar iyi anlatılıyor ki artık biz okuyucular olarak arkasını getirebiliriz. Romanın kesin bir sonla bağlanmaması da aslında kahramanlarımızın buluşsalar da ayrılsalar da başkalarıyla da olsalar aslına hep bu çizgide bir ömür tüketeceklerini gösteriyor. Aslında hepimiz gibi. Kişiliğimiz yazgımızdır.

 

Behçet Çelik okuyucuyu da her aşamada işin içine katan bir roman dünyası kurmuş. Ama elbette kahramanları gibi sürekli kendini sorgulayan okurları. Her yaptığının hesabını önce kendisine verenleri. Yazar öyküden romana kesintisiz bir geçiş yapıyor ve boşluksuz bir roman dünyası kuruyor.

 

Kendi oluşturduğu kahramanların sahiciliği kimi zaman yazarı da peşinden sürüklüyor. Yazar bütün kahramanlara eşit uzaklıkta; kayırdığı bir kişilik yok.

 

Öykü dilinde geçmişin yoğunlaştığı bir şimdiki zamanda anlatım zorunluluğu var. Yaşanan anı anlamlı kılan hep anımsamalar. Ama romanda sürekli bir şimdiki zamanla romanı kurmak da olası. Yazar çoğunlukla şimdiki zamanda ilerlerken özellikle romanın birkaç önemli dönemecinde olaydan çok onun oluşturduğu etkileri ortaya çıkaran ruh durumlarını anlatmayı yeğliyor.
Cumhuriyet Kitap, 19.03.2009

Comments

Comments are closed on this post.