Döngüsel Yaşamlar - Kaan Özkan

Monday, December 6, 2010 8:15:00 PM

Büyük ölçüde Sait Faik’in öykücülüğünden bu yana yazınımızda, daha doğrusu yazın eleştirimizde kullanılagelen bir deyiş vardır: “Küçük” ya da “sıradan” diye nitelenen insanın öyküsü. Gerçi, her ne kadar bu insanların küçük ya da sıradan olduğuna kimin karar verdiği bilinemese de serüvenden serüvene koşan, göz doldurucu roman/öykü kahramanları düşünüldüğünde, bu deyişte az da olsa bir haklılık payı görülebilir. Ama ben gene de insanın hallerine yönelmiş bir etkinliğin, yazın’ın böyle bir ayrıma göre ele alınmasında, bir yanlışlık olmasa da bir tuhaflık olduğu kanısını taşıyanlardanım. Çünkü sonuçta, içinde yaşadığımız ve onunla çevrelendiğimiz doğa ve özellikle de toplumu anlamlandırma yolunda bir kılavuz sayılan kurmaca dünyanın kendi iç dinamiklerinden söz ediyorsak kahramanın olağandışı, olağanüstü, doğaüstü ya da sıradan/küçük olmasının birbirleri karşısında bir üstünlükleri, ayrıcalıkları bulunmamaktadır. Yönelinmesi gereken yalnızca, bir bağlam içine oturtulmuş kahraman(lar)dır; onun olağandışılığı ya da sıradanlığı, içinde bulunduğu kurgusal dünyadaki geçerliliğinden, başka bir deyişle bağlamından dayanak alır. Bir yazın yapıtı karşısında konumlanılacak yer, bu ve benzeri biçimlerde belirlenmediği takdirde kahramanlar konusunda kolay yargılar verilebilir. Nitekim Behçet Çelik Düğün Birahanesi ile dördüncü kitabına ulaştığı öykücülüğünde dikkatini her zaman, ilk bakışta kolaylıkla “sıradan” diye nitelenebilecek kahramanlar üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Buna karşılık, bu kahramanların, kendi geçmişleri ve bugünleri aracılığıyla belirlenen yerlemleri ( koordinatları) onlara öykü içerisinde hiç de yadsınamayacak, dahası, onları öykünün taşıyıcı unsuru kılacak bir belirginlik ve zenginlik katmaktadır.

 

Kurmaca coğrafyanın insanları

Öykü kahramanlarına bu tür bir yönelimle yaklaşmak, peşi sıra onların ne çeşit bir yaşam içerisinde biçimlendiklerini çözümlenmeyi gerektirir ister istemez. Behçet Çelik’in öykücülüğünü izleyenler bilirler: Çelik, aynı kurmaca coğrafyanın insanlarını anlatır gibidir. Hemen hemen bütün kitapları için geçerli olan bu nitelik, Düğün Birahanesi’nde de hiç duraksamadan belirlenebilir. Okur olarak bu coğrafyaya ister bildiğimiz bir kentin adını verelim, ister onu belirsizliği içerisinde, olduğu gibi bırakalım, görmezden gelinemeyecek olan, öykülerin kahramanlarının benzeri, hatta neden olmasın, aynı coğrafyayı paylaştıklarıdır. Benzeri sıkıntılar, hayalkırıklıkları, beklentiler, yarına ilişkin umutlar, taşrasıyla merkeziyle, hep bu coğrafya da biçimlenir. Karşılıklı gelip geçen öykü kahramanları belki aynı balık pazarında birbirlerini tanımadan yan yana geçerler. Belki aynı çay bahçesinde çay içer, aynı meyhanede demlenirler. Bizde birbirine benzedikleri duygusunu çoktan var etmiş olan kasabalara gitmek üzere aynı otobüs terminalinden, belki bir saat arayla otobüse binerler. Ama sonuçta, her köşesini iyi bildiğimiz bir coğrafyada gezinirler.

Bu coğrafyanın insanlarından Düğün Birahanesi özelinde yer alanlarına yönelecek olunursa, bu kahramanları öne çıkaracak en belirgin niteliğin, çizgisel saydıkları yaşama bir türlü uyum sağlayamamaları, onu bir türlü kabullenememeleri olduğu belirlenebilir. Doğup büyüme, okula yazılma, “olgunlaşma”, iş-güç sahibi olma, belli bir yaşa gelince evlenme, çoluk çocuğa karışma, kısacası, zamanı gelince biçilmiş rolleri yerine getirme gibi düz bir mantığın varlık alanı olan çizgisel yaşamlar, Behçet Çelik’in kahramanlarının uzlaşamadıkları, uyum sağlayamadıkları bir yaşama biçimidir. Onun kahramanları, mutlu bir aşkın dingin sularına kendini bırakabilme fırsatı bulamamış (“Ötedeki”); sürekli bir şeyleri oturtamaya çalışan sonra da “Oturan bir şey yoktu oysa. Dolanıp duruyordum ülkenin dört bir yanında. Bir eksikliği doldurmaya çalışmış durmuştum yıllar boyunca” diyen (“Ayakkabı Kutuları”); “analarının babalarının ağzıyla konuşmaya” karış çıkan; kendisini güvenceye alabileceği bir işe sahip olsa da sıradanlığı kabullenemeyip, onu reddetmeyi aklından geçiren ( “Hepsi Bir”); bu yüzden, sıradanlıktan kurtulmuş bir aile büyüğünü örnek alan (“Perdedeki Hayal”); bazen de susan, içe kapanan (“Ötesi Yok”) kahramanlardır.

Döngüsellik

Bu çizgisel yaşama karıt bir seçenek oluşturansa kahramanların yaşamlarındaki döngüselliktir. Döngüsellik, çoğu öyküde (“Ötedeki”, “Ayakkabı Kutuları”, “Düğün Birahanesi” vd.) karakterlerce bizzat yaşanıyorken bazılarında da (“Soğuk Bir Ateş”, “Ne Oldumsa…” gibi) yalnızca çizgisellikle karşıtlık oluşturmaları nedeniyle, imrenilen bir yaşama türü olarak çıkar karşımıza. Örneğin, kitabın en uzun öyküsü olan “Ötedeki”nin üç kahramanı da (mektuplar dışında, anlatıcı rolünü üstlenen Yılmaz; Yılmaz’la çok eski ve güçlü bir dostluğa sahip Ayhan ve geçmişin ve bugünün yeniden sorgulanmasına yol açan kadın kahraman) kendilerini nereye savuracaklarını bilemedikleri bir döngüsellik içerisindedirler. Yılmaz’ın, daha önce yaşadığı kentten Ayhan’ın eskiden yaşadığı kente taşınması ve orada Ayhan’ın başlarda yakınlık derecesi tam olarak tanımlanamayan bir kız arkadaşıyla tanışması, o zamana kadar, “konuştukları” bir şey olarak kalan kadın konusunun, iki dost arasında somut bir bağ haline dönüşmesine yol açar. Ne var ki, bu bağ, eş zamanlı olarak üç kahramanı da bir kendilerini sorgulama sürecine iter. Yılmaz, ilgi duyduğu kadın kahramana karşı kendini konumlamaya çalışırken sürekli Ayhan üzerinden hareket edip onunla kadın arasındaki ilişkinin ne boyutlarda olduğuna karar vermeye çalışmaktadır. Korktuğu şeyse kadın karşısında, Ayhan’ın kötü bir kopyası olmaktır. Bu nedenle de Ayhan, bir anlamda Yılmaz’ın kafasında onu gözleyen, yargılayan bir rol oynamaktadır. Ne de olsa Yılmaz’la Ayhan birbirlerine benzeyecek denli yakın arkadaştırlar. Dolayısıyla, böyle bir benzerlik “tehlikesi” har an kendini gösterebilir. Aslında, Yılmaz’ın yaşadığı kendini tanımlayamama sorunu diğer karakterler için de geçerlidir. Çünkü her kahraman, öykünün büyük bir kısmında, kendini ve karşısındakini bir diğeriyle tanımlamaktadır. Bu da aralarında eğreti bir kimlik ortaya çıkarmakta, kimse kimseyi tanıyamamakta ya da tanıdığından emin olamamaktadır. Nitekim Yılmaz’ın Ayhan’ı hep geçmişe giderek tanımlama çabası buna tipik bir örnektir. Buna karşılık, bütün bu karmaşık ilişkiler bağı, öykünün sonlarına doğru çözülür. Çünkü öykünün kadın kahramanı yakın bir geçmişte çizgiselliğin dışına çıkmış ( eşinden boşanması olayı), bu yüzden de Ayhan’la olan ilişkisini tanımlamayı zamana bırakmıştır. Kuşkusuz, bu durum, mektupların da ortaya çıkmasıyla, Yılmaz’ın geri çekilmesine yol açar. Bu arada, metnin mektuplar aracılığıyla desteklenmesi, okura, kahramanları birbirleri üzerinden değil de doğrudan kendi ağızlarından tanıma fırsatı verir. Bir anlamda, düğümü çözen unsurlardır mektuplar. Böylelikle, öykünün başlarında bütün kahramanlar döngüsel bir yaşamın içinde gibi duruyorlarken (ya da tersi bir ifadeyle, çizgiselliğe geçiş bütün kahramanlar için olanaklı gibi görünüyorken) artık yalnızca Yılmaz bu döngüselliğin içinde kalmıştır. Ayhan’la kadının, yaşamlarını nasıl bir çizgiselliğe oturtacakları ise belirsizliğini korur.

Sorgulama Süreci

“Ötedeki”nde olduğu gibi kitabın diğer öykülerinde de döngüselliği taşıyan ya da ona özlem duyan kahramanlar, belirleyici bir rol üstlenirler. Hatta Düğün Birahanesi’ndeki öykülerin tipik taşıyıcı unsurunun bu karşıt yaşam biçimi olduğu bile ileri sürülebilir. Oysa döngüsel yaşamlarda en az çizgisel olanlar kadar kendi içlerinde açmazlar barındırmaktadır. Tutunamamışlık, savruluyor olma duygusu, geride kalan zaman sürekli acı verir, döngüsel yaşam içindekilere. Çizgisel yaşamların birer parçası olanlara hiçbir zaman imrenerek bakmasalar da kendi döngüselliklerinin de döne dolaşa aynı noktaya vardığının farkındadırlar. Bu yüzden, sürekli bir hesaplaşma içerisinde olan kahramanlar zamana ve çevrelerindeki diğer insanlara karşı kendilerini yeniden konumlandırır, sonu gelmez bir sorgulama süreci içinde devinirler. Aslında kendilerinin aradığı, farklı niteliklere sahip bir çizgisel yaşamdır. Ne var ki, diğerlerinin yaşadığı çizgisellik, bir anlamda onların savrulmalarına neden ol(uştur)muştur, kendi kafalarındaki başka türlü bir çizgiselliği oturtmaya fırsat bulamadan döngüsel bir yaşamın tekrarlarına düşmüşlerdir. Öte yandan, “Ayakkabı Kutuları”nda Cem ile Ayşin, anlatıcı-kahraman karşısında az çok bu tarz olumlu bir çizgiselliği oturtmuş görünürler. Anlatıcının, hem araya giren zamanın hem de uzamın etkisiyle eski dostlarıyla geçmişteki sıcaklığı yaşayamayacağına, böylelikle de onların, kendi gözündeki imgelerinin sarsılacağına ilişkin korkusunun yersiz çıkması pekâlâ böyle bir çizgiselliği oturttuklarının kanıtı sayılabilir. Dostlarının değişmediğini gören anlatıcı, bu noktadan sonra da kendi döngüselliği içinde kendini sorguya çeker.

Döngüsel yaşamı, yalnızca kendi yaşamlarının çizgiselliğinden sıkıldıkları, onu bir türlü kıramadıkları için ister görünen kahramanlarsa peş peşe gelen iki öyküde: “Soğuk Bir Ateş” ile “Ne Oldumsa…” da ortaya çıkar. Bu iki öykü örneği diğerlerinden, kahramanlarının döngüsel bir yaşama geçme iradesini gösterebilmelerinin neredeyse imkânsız oluşuyla ayrılır. “Soğuk Bir Ateş”teki, oğluyla iletişim kuramamış baba karakteri için döngüsel yaşamı, oğluyla birlikte gittikleri birahanede, yan masadaki çift yansıtır. Oğlunun da kendininkine benzer bir çizgisellik içinde sıkışıp kalacağını, dahası, onu kırmaya hiç niyeti olmadığını düşünen baba, bu yüzden “kaçamak” olarak nitelediği yan masadakilerin ilişkilerini kendi kendisiyle yüzleşmenin bahanesi haline getirir. “Ne Oldumsa…”daysa aynı simgeselliği başarılı iş adamı Sedat Bey için, görüşmediği dostu Osman yüklenir. Ama sonuç olarak, beklentilerle içerisinde yaşanılan durum arasındaki temel karşıtlık varlığını korur.

Öte yandan bu karşıtlığın Düğün Birahanesi’nin taşıyıcı unsuru olduğunu unutmamak gerekir. Söz konusu karşıtlığı kişi, uzam ve zaman bağlamında ayrıntılarla kurgulamış olan Behçet Çelik’in, böylelikle, bir yandan çizdiği insan portrelerinin daha tanıdık hale gelmesinin olanaklarını arttırdığı diğer yandan da kendi kurgusal coğrafyasının sınırlarını biraz daha belirgin kıldığı söylenebilir. Öyle sanıyorum ki, Düğün Birahanesi uyumsuz bir çağın söz konusu coğrafyadaki yansıması olarak nitelenebilecektir.

Cumhuriyet Kitap, 16 Eylül 2004

Comments

Comments are closed on this post.