Bir Nihilistin Aşkı - Asuman Kafaoğlu-Büke

Tuesday, March 27, 2012 6:00:00 PM

Behçet Çelik yeni romanı Soluk Bir An’da, öykülerinde olduğu gibi, ikili ilişkiler ve evlilik çıkmazlarını anlatıyor. Mutsuz evlilikler, birlikte yaşadıkları eşlerine yabancılaşan karakterler, onun başlıca temaları olmuştur öykülerinde de. Romanı benzer temaları, orta yaşlı, orta sınıf, sıradan bir erkeğin hayatı etrafında şekillendiriyor.
Roman ilginç bir şekilde tam da bu erkeğin tüm bu sıradanlığını durduracak an ile başlar. Romanın birinci sayfası, ilk satırları Taner adındaki kahramanın fiziksel ve ruhsal uyanışının içine dalar. Araba kullanan Taner, yağmurlu bir gecede taksi bulamayan karısının en yakın arkadaşı Esra’yı evine bırakmak üzeredir. Bir anda camdaki buğuyu silmek isteyen Esra’nın ılık soluğunun yanağına değmesiyle o mucizevi an başlar. Esra, yeni tanıdığı biri değildir. Yıllardır haftada en az birkaç gün evlerine gelir, karısının en sık görüştüğü arkadaşıdır fakat daha önce Esra’ya hiç ilgi duymamış, söylediklerini hiç dinlememiş hatta ona hiç dikkatli bakmamıştır. Şimdi yanında oturan bu kadını sanki ilk kez görüyor, ilk kez farkına varıyordur. Bu farkına varışla birlikte zaman durur; böylece roman ilk satırdan durmuş bir zamanı anlatmaya başlayacaktır.
Bu duran zamanın içinde anlatı Taner’in zihnine girer. Anlatı, üçüncü tekil şahısta gerçekleşir ama anlatıcı her şeyi bilen, her karakterin zihnine giren tanrısal-anlatıcı değildir. Bir tek kahramanın zihnine girme yetisi olan, diğer karakterleri sadece dışardan izleyen bir sestir. Bu durumu şöyle de anlayabiliriz, Taner tüm hissettiklerini, düşüncelerini, geçmişini, deneyimlerini bize dışardan bakarak anlatıyordur. Durmuş zaman, böylesi paralel anlatıya girmesine yarar. Diğer karakterlere tam da Taner gibi yabancıdır. Ne karısının ne de yeni aşkının saç rengini, güzelliğini ya da herhangi bir özelliğini anlatmaz. Hissettiği yeni bir duygu vardır, o duyguyu yaratandan çok, duygunun kendisini inceler. Yani romanın geri kalanında aşık olduğu kadını değil, aşkın ne olduğunu anlatır kendi dışına çıkarak.
Behçet Çelik’in karakterleri önceden programlanmış bir hayatın içinde, o programa boyun eğmiş insanlar olarak görünürler bize. Taner’in evliliği de böyledir. Bir zamanlar, sadece yapacak daha iyi bir şeyi gelmediği için aklına, bir kadına evlenme teklif eder. Teklifinin kabul edilmesine sevinmekten çok şaşırır. Ardından, yıllar içinde gittikçe uyuşan bir çifte dönüşürler. Artık ortak konuları kalmamış, aynı evi paylaşan ama sohbet etmeyen, birbirine değmeden yaşayan iki insan olmuşlardır. 

Güvenli bir hayat
Taner’in sadece evliliği değil, tüm yaşamı çok önceden programlanmış, onu bugüne getirmiştir. Sorgulamadan, herkesin yürüdüğü yoldan yürürse daha kolay olacağı umuduyla işe gider, evlenir ve yaşar gider. Kendisine “herkesin yaptığını yapmaya karar vermek, karar vermek midir?” diye sorar fakat sistemin içinde erimiş bir mekanizmadan farksızdır artık Taner. Romandaki karakterler sanki yıllar önce kurulmuş bir saat gibi işlemeye devam ederler. Geçmiş zaman, bugünlerini belirlemiştir. Herkesin yaptığını yaparak daha güvenli bir hayat seçtiklerini düşünürler. Bir yandan da, hayatlarını değiştirmekten aciz, dinamizmlerini ve en önemlisi karar verme yetilerini kaybetmiş görünürler.
Genelde romanlarda tam bu noktada aşk devreye girer ve insanlar uyuştukları sıradanlıktan kurtulma şansı yakalarlar. Bu romanda da bir uyanış beklentisiyle sürüyor anlatı fakat akmayan bir zaman içinde, eylem gerçekleşmiyor. Belki de sadece Taner’in yanağında Esra’ın soluğunu hissettiği an içinde geçti aylar hatta yıllar. “Zaman da tam o anda durdu. Bir an. Uzadı sonra, uzadıkça uzadı, daha da uzadı. İkinci bir zaman oldu, akıp giden zamanın yanında – paralel bir zaman. Akmayan, o anda durmuş, orada kalmış ama her daim şimdiki zamana paralel.” İçine girilen paralel zaman boyutunda, paralel bir yaşam olasılığı doğuyor. Gerçek zamandan başka, gerçek yaşananlardan başka, sadece olası zaman içinde olası yaşamlar.
Behçet Çelik’in erkek karakterleri, yıpranmış ve suskun tipler. Kadınlar ise bir zaman sonra bu erkeklerden umutlarını kesmeyi akıl edebilmiş görünüyorlar. Romanın başlarında Taner’in karısını dinlemediğini, onunla hiç ilgilenmediğini ve gerekli bir kaç cümle dışında konuşmaya değer bulmadığını anlıyoruz. Karısını artık sevmediği için bu durumu normal olarak kaydediyoruz. Fakat Taner’in Esra’ya davranışı da farklı değil, onu da dinlemiyor ve ona karşı da benzer bir ilgisizlik içinde aslında: “... onu bile yarım kulak dinliyor. Bu yüzden Esra, ‘ne dersin Taner?’ deyince irkildi. Kaçırmıştı, en son ne konuştuklarını takip edememişti.” Bu davranışı ilgisizliğini her seferinde ortaya koyuyor. “Arada söylediklerini kaçırmıştı” “dinlemiyordu” “yarım kulak dinler, neyi onayladığını bilmeden başını sallar, bir an önce elindeki gazeteye, kitaba dönebilmek için can atardı” en sık yaptığı şey Taner’in.
Behçet Çelik, diğer romanlardan alışık olduğumuz şekilde Taner’in uyanışını – aşkını – farklılaşma olarak göstermiyor. Aksine Taner’in Esra’ya karısından farklı davranmadığını görüyoruz. Bu konu romandaki başka bir temayı düşünmeye itiyor bizi. Taner’in nihilist hayat görüşü onu diğer insanlara karşı böylesine ilgisiz kılıyor. “Sonunda ölüm olan bir varoluş çok da önemli bir şey değildir, olamaz, bu kadar da ciddiye alınmamalı” onun dünya görüşü olarak aktarılıyor. Sonuçta ‘Soluk Bir An’ bir aşk romanı değil, aşkın boşluğunu anlatan bir roman belki de. Taner belki de başka türlü çekilmez bulduğu hayatı ancak kendisini böyle uyuşturarak yaşayabiliyor. Romanın başında yer alan Baudelaire’den yapılan alıntı, romanı böyle yorumlamamıza izin veriyor. “Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...” Behçet Çelik’in soluk an’ı da sarhoş bir an belki. Ayıldığında çekilmez olan hayatı yaşanır kılan, şiir ve şarabın sarhoşluk anı bu romanda anlattığı.
Behçet Çelik’in karakterleri dünyanın herhangi bir şehrinde yaşayan, herhangi işi yapan insanlar olabilirler. Her dönem insanının, her coğrafyada yaşayacağı olaylar bunlar. Romanda arka planda siyasi bir fon yok, buna rağmen romanın sonuna doğru –biraz sıkıştırılmış hissi veren– bir işkence geçmişi var Taner’in. Aslında bu olay, Taner’i ve umutsuz dünya görüşünü anlamamız açısından çok önemli fakat Çelik bunun üzerinde durmuyor. Bu roman anlattığı konudan çok, yazarın ustaca zamanı dondurması, bir zihnin içine girmesi gibi edebi boyutuyla önem kazanıyor.

Radikal Kitap, 16 Mart 2012

Comments

Comments are closed on this post.