Bir Anlık Soluk - Ceyhan Usanmaz

Thursday, January 31, 2013 12:25:00 AM

Behçet Çelik’in Gün Ortasında Arzu isimli öykü kitabının arka kapağında, metinlerinin “Raymond Carver, Vüs’at O. Bener ve Barış Bıçakçı’yla akrabalığı”ndan söz ediliyordu. “Gün Ortasında Arzu”nun Kanat Kitap tarafından yayımlanan ilk baskısında… Behçet Çelik’in kitapları artık Can Yayınları’nda ve yeni romanı Soluk Bir An, aynı yayınevi çatısı altındaki “akrabası” Raymond Carver’ın Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen isimli öykü kitabıyla hemen hemen eşzamanlı olarak yayımlandı… İşte, Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen'in arka kapak yazısı:

“Carver sıradan insanların yüreklerinde mizah ve elem duygularının nasıl bir arada var olabileceğini gösterdi. Öykülerinin köşeye sıkışmış, kendini ifadeden aciz, yılgın kahramanları akıntıya kürek çekerek günü yaşayabilmek, gelecek kaygısından ve onları yok etme tehlikesini taşıyan geçmişteki hatalarından uzaklaşabilmek için savaşır. Ne var ki, bu savaş, her zaman kaybedilmeye mahkûmdur. Ancak, Carver bu karmaşık yaşamları dile getirirken bir beyin cerrahının titizliğiyle ayrıntıları işler ve kahramanlarının kırılgan yüreklerini dokunaklılığa kaçmadan bize açar.”

Şu cümleler de Soluk Bir An'ın arka kapağından:

“Bireyin yalnızlığı, dış dünya ile zamanın insanın üzerinde yarattığı baskı, iletişimsizlik ve hiç dinmeyen boşunalık duygusuyla iç içe geçmiş, her durumda kendisine bir yol çizebilen yaşama isteği... Soluk Bir An, sıradan, açık ve anlaşılır görünen hayatlarımızın gerçekte nasıl bir iç karmaşa taşıdığını anlatıyor.”

Kolaya kaçıp arka kapak yazılarından ilerlendiğinde bile, kan bağını hissetmemek mümkün değil!

Behçet Çelik’i öykücü olarak tanıdık aslında; emin adımlarla ilerleyen bir öykücü. Fakat Gün Ortasında Arzu kitabıyla 2008 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmasının hemen ardından bir ilk romanla çıkıverdi karşımıza; Dünyanın Uğultusu. Bir tür aşk hikâyesi çevresinde dönen ama daha çok zamanda sıkışmış, çırpınan bir kahramanı -kahraman gibi görünmeyen kahramanı- anlattığı romanı. Burada öykü kitaplarını bir kenara bırakıp yalnızca romanlarına da değinebiliriz Behçet Çelik’in. Ancak roman ya da öyküler, yukarıda söz ettiğimiz bağdan çok daha kuvvetli bir başka bağ da, Behçet Çelik’in kendi kitapları arasında mevcut.

Behçet Çelik’i özellikle yakından takip eden okurlar, önceki kitaplarından izleri fark edeceklerdir mutlaka Taner’in hikâyesinde de. Soluk Bir An'ın kırklı yaşlarında, dışarıdan bakıldığında mutlu (en azından bir sorun görünmeyen) bir evliliği olan, bir erkek evlat sahibi, bir şirketin idari işler müdürü Taner’i… Kısacası, hesap kitap adamı olan Taner, hesaplanmış kitaplanmış bir hayata sahiptir; idari işler müdürü olarak idare ediyordur işte! O ana dek: “Esra’nın sol elindeki kâğıt mendille ön camdaki buğuyu silmek için uzandığını fark edince ayağını gazdan çekip hafifçe frene dokundu. Zamanı da durdurmak istedi sanki; aniden değil, usulca. Taner’in görüşünü kapatmamak için çene hizasından yukarı kaldırmadığı kolu, zarif parmakları, kalın kaşe kabanın altından hissedilen sıcaklığı (camdaki buğunun asıl nedeni bu olabilirdi), hızlı hareketlerle camı silerken salınan saçlarının yarattığı hafif rüzgâr… Belki bunlar da yeterdi; ama önündeki tuvale geri çekilip bakan bir ressam gibi arkasına yaslanan Esra’nın, iki saniye sonra sol üst köşedeki inatçı buğuyu fark edip yeniden cama uzanırken saldığı ılık soluğun yanağına değmesiyle Taner’in kalbi bir kuş olup ağzında bir süre çırpındıktan sonra uçup gitti. Zaman da tam o anda durdu. Bir an.”

O bir an’dan (“soluk bir an” diyebilir miyiz, yoksa “bir anlık soluk” mu?) sonra başlar her şey Taner için. Karısının en yakın arkadaşı Esra’nın o “dokunuşu”yla şehrin her köşesi yeni görünmeye başlar. Oysa evlerine sık sık gelip giden Esra’yla görüşürlerken, ayrılırlarken öpüşmezler bile, hoş geldin’e el kaldırmakla karşılık veriyordur. Ama işte o ılık soluk, o “dokunuş” yeniler her şeyi, ne zamandır yapmadığı şeyleri yapmaya başlar Taner. Ancak attığı ya da atmak istediği her küçük ya da büyük yeni adım, kendi kendine çekişmeye, didişmeye sebep olacaktır; roman boyunca okuduğumuz bir aşk hikâyesi değil, budur aslında. Hayatı, evliliği, geçmişi kurcalar… Aniden değil, usulca açılır Taner’in taşıdığı iç karmaşa. “O yanıtsız soru kim bilir kaçıncı kez sarsıp geçiyor bedenini: Esra’ya karşı hissettikleri nedeniyle mi denge bozulmaya tuttu? Denge bozulurken gözüne Esra iliştiği için mi böyle oldu?” Belki de yaşadığı tekdüzeliğe karşı isyanı tam da havlu attığını, savaş baltalarını gömdüğünü düşündüğü bunca yıl içinde olgunlaşmış ve meyvenin kabuğunu çatlatıp balı akıtmıştır. Yine kolaya kaçabiliriz, kitabın arka kapağının son paragrafından: “İkili ilişkilerin kırılganlaştığı, yaşama inancın pamuk ipliğine bağlandığı o ‘soluk an’ları büyük bir başarıyla anlatıyor Behçet Çelik. En çözümsüz sorunların yine böyle soluk anlarda çözüme kavuşabileceğini de unutmuyor.”

Soluk Bir An, Behçet Çelik’in diğer kitapları gibi süssüz, dolambaçsız bir metin; yine diğer metinleri gibi anlık kıvılcımlarla, kıpırtılarla ama usulca açılan katmanlara sahip.

Öykücü, şair, deneme yazarı olarak tanıdıklarımızın karşımıza romanlarıyla çıkmalarını kanıksadık son yıllarda. Karşı çıkanlar da var elbette ama Behçet Çelik, “iyi” yapıldığı sürece türün çok da önemli olmadığını kanıtlayan isimlerden biri. Öykülerinde kurduğu evreni romanlarına da yansıtabiliyor; romanın çerçevesine yerleştirebiliyor sonuçta. (Yaptığı alıntılar, göndermeler ise hep şiirlere, şarkı sözlerine…)

(Remzi Kitap Gazetesi'nin Temmuz 2012 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Comments

Comments are closed on this post.