Behçet Çelik'in Yeni Romanı: Soluk Bir An - Pakize Barışta

Tuesday, March 27, 2012 6:05:00 PM

Edebiyat, insanı kendi içiyle karşılaştırır, hatta yüzleştirir.

Bunu başarmak için de, karakterler (kahramanlar) yaratır.

Bu karakterler gerçek ya da fantastik alanlarda yaşayarak, bir biçimde insanla buluşurlar.

Bu iki uç alanın ayakları ne kadar çok kendi gerçeklikleriyle buluşuyorsa, edebiyatın da okuruyla buluşması o kadar hakikat içerir.

Böyle bakıldığında edebiyatın işlevi soyut değil, somuttur daha çok.

Zira insan, özellikle kentsel yaşama, modern hayatlara geçtiğinden –yani doğadan koptuğundan– beri, kendi içiyle karşılaşmaya ve hesaplaşmaya cesaret edemez pek.

Edebiyat, insanın modern dünyadaki yalnızlığını, bireyler arası iletişimsizliğini her fırsatta vurgulayarak, bize bir şeyler anlatmaya çalışır.

Aslında, aşkı hatırlatır!

Çünkü modern edebiyatın belirleyicilerinden biri olan kent hayatı, duygunun uçlarını törpüleyerek, kadın erkek ilişkisinde “aşk”ı olmazsa olmazdan çıkarıp; bir arada yaşamayı, “iyi anlaşma”ya dönüştürdü.

Ama edebiyat buna karşı çıkmıştır hep; Behçet Çelik de, son kitabı Soluk Bir An’da böyle yapıyor işte.

Yazar, bu romanıyla bize aşkı hatırlatıyor.

Aşkın önündeki kentsel engellerin, insanın karakterini bile zorladığını, hatta belirlediğini, usturuplu bir edebî nefesle içimize üflüyor!

Modern insanın (sosyal olarak küçük burjuva karakterli de denebilir), kentsel aura içindeki varlığının; bir kabuğa dönüştürülmüş yapısının, şu veya bu nedenle bir biçimde çatladığı durumlarda –ki, nadirattan bir durumdur bu– ortaya bir farkındalık çıkar. Yazar da, bu farkındalığı; oluşturduğu bir karakterde ete kemiğe büründürür.

Behçet Çelik, Soluk Bir An’daki ana karakteri Taner’in nezdinde bu farkındalığı “aşkın ve zamanın uğultusu” üzerinden edebî bir örgü kurarak işliyor: “Zaman biriken bir şey değil. Bir kırk-elli yıl daha yaşasa bilemeyebilir. Buna benzer bir şeyi daha önce yaşamadığını, böyle bakmadığını, böyle bakılmadığını bir anda anlıyor insan. Yokluğunu görüyor, eksikliğini biliyor; canı yanıyor. Belki de ilk önce kendi yangınına bakıyor öyle, alevlerdeki yansısından tanıyor o bakışı, memnun olduğunu söylüyor, tanımamış olmak istemezdim deyip uzatıyor elini ateşin içine. Yine de kırk yıldır kimsenin kendisine öyle bakmadığını düşünmek kolay değil; genzi, gözü, her yanı yanıyor.”

Soluk Bir An’da, tam farkında olmasa bile yoğun bir yalnızlığın içinde ömrünün önemli bir bölümünü tamamlayan Taner, düzenin iletişimsizliği içinde bir varoluş acısı çekmektedir. Hayatındaki bazı sosyal ve kültürel değersizlikleri reddettiği için yaşadığı iletişimsizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkan “bütün bunlar boşunaymış” duygusu –tam da bir şeylerin sınırındayken–, âşık olunca, yerini güçlü bir yaşama isteğine bırakır.

Behçet Çelik bu romanıyla, aslında güçlü ve ilginç bir eleştiri sunuyor satırları arasında; moderniteyi can evinden vuruyor bence. Soluk Bir An, bu açıdan da okunduğunda yabancılaşmanın insanda ve toplumda ne kadar güçlü kırılganlıklar yarattığını anlıyoruz. Sistemin, insanın egosunu nasıl beslediğini idrak etmiş oluyoruz aynı zamanda; ve kentsel küçük burjuvazinin ne kadar acımasız olduğunu da: “Bir süre konuşmadılar. Ana caddeye çıkmak için yüksek binalı sitelerin arasında sıkışıp kalmış eski mahallelerin birinden geçmeleri gerekiyordu. Taner, ‘Buraları da gider yakında,’ dedi, ‘iyice başka bir şehre döner her taraf’. Söze buradan girip zamanın nasıl geçtiğinden çıkmayı düşünüyordu. Sonrası Allah kerim. ‘Aman bırak canım,’ dedi Esra, yüzüne bakmadığı halde gözlerini kısıp tiksinerek konuştuğunu hissetti Taner, ‘pislik yuvası buralar. Bin türlü melanet buralardan çıkıyor. Gericiler, bölücüler...’ Taner’in içinde ‘çok beklemiş, çok eski bir yer kanadı’ o an.”

Behçet Çelik, Soluk Bir An’da, ustalık düzeyinde bir edebi yazı sunuyor bize.

Bu yazı, nefes alıp veriyor.

Behçet Çelik, kendini kendi içinde yeniden üreten bir edebiyat yoluna girmiş; yazarın kendine özgü bir edebiliği bu.

Modern edebiyatımıza yapısal bir katkı getiriyor Soluk Bir An. Okuru hiç rahatsız etmeden, netameli sulara sürükleyerek bambaşka bir boyut içine sokuyor. Okur, hayatın o büyük oyununun katmanlarından birinin içinde eriyor adeta; edebî değeri yüksek bir aynayla karşı karşıya kalıyor.

Soluk Bir An, sert ama duyarlı bir roman.

Ve çok ilginç.

Mutlaka okunmalı derim ben.

Taraf, 11 Mart 2012

Comments

Comments are closed on this post.