Ateşe Atılmış Bir Zihin - Tolga Meriç

Monday, March 11, 2013 5:40:00 PM

Uyandırılması ve sürdürülmesi her geçen gün biraz daha zorlaşan, artık neredeyse geçmişe aitmiş gibi algıladığımız bir edebi güveni, düzey konusunda okuru hiç yanıltmayan yapıtları sayesinde bileğinin hakkıyla kazanan Behçet Çelik, “Ateşe Atılmış Bir Çiçek” adlı kitabında, bu defa denemeleriyle çıkıyor karşımıza.

Yaklaşık on beş yıla yayılmış bir emeğin ürünü olan bu denemeler için “Bir dergi, kitap ya da panel, sempozyum vb. toplantılar için yazdım bunları,” diyor yazar. Ve hemen ardından, aynı “Sunuş” yazısında, şunu da ekliyor: “Bu gibi yazılar yazmamın asıl esas nedeni öğrenmek oldu. Bildiğim bir şeyleri başkalarına anlatmak, göstermek için değil, yazarken öğrenmek, keşfetmek için geçtim kâğıdın ya da bilgisayar ekranının karşısına.”

Kitabın içeriğini bilmiyorsak deneme türü için şaşırtıcı gelmeyebilir bu bilgi. Ama ister kitabı okurken ister daha bu “Sunuş” yazısının en başında “Ateşe Atılmış Bir Çiçek”in “Yazarlar, Kitaplar, Okuma Notları” alt başlığını taşıdığını hatırladığımızda işin rengi değişiyor ve yazarın “yazarken öğrenme, keşfetme” vurgusu artık başka bir anlama kavuşuyor.

Ve okur, yeni bir anlama ulaşılmış olan bu yerde, ister istemez şuna benzer bir soru soruyor: Usta bir edebiyatçı, yazarlar ve kitaplar hakkında yazarken, daha önce bilmediği şeyleri nasıl olur da öğrenir? Ya da keşfeder?

Behçet Çelik, -aslında kendisi de başlı başına bir denemeye dönüşüp kendi özgün başlığını hak etmiş olan- aynı “Sunuş” yazısında bunun yanıtını da hemen veriyor: “Öğrendim de, hem de çok şey,” diyor. “Yazının böyle bir yanı var, sadece kurmaca metinler için değil, bu gibi yazılar için de geçerli, yazmaya başladıktan sonra nerelere varılacağı, nasıl bağlantılar kurulacağı baştan bilinemiyor her zaman. Hele ki edebi metinler hakkında yazıyorsanız, bu metinler üzerinde dikkatle durup kalem oynatmaya, bir şeyler söylemeye çabaladığınızda ummadığınız noktalarda yakalayabiliyorsunuz kendinizi.”

Tam da bu açıklamayla birlikte, kitabı okurken damağımızda sürüp giden tadın neyin tadı olduğunu bulmaya çalıştıkça, okur olarak kendimize sorduğumuz “Usta bir edebiyatçı, yazarlar ve kitaplar hakkında yazarken, daha önce bilmediği şeyleri nasıl olur da öğrenir?” sorusunun aslında ancak ikinci soru olabileceğini ve öncesinde başka bir sorunun yanıtının aranması gerektiğini fark ediyoruz.

Behçet Çelik, “Yazı bittiğinde, başlarken aklınızdan geçmeyenleri kâğıda dökmüş bulabiliyorsunuz kendinizi,” diyor demesine ama okuduğunuz her metnin kotarılması yine her geçen gün biraz daha zorlaşan bir bütünlüğe sahip olduğunu hemen ayırt ediyorsunuz. Dolayısıyla, yazarın yazma eylemi sırasında zihnine beklenmedik bir şekilde üşüşenleri sırasız sekisiz bir şehvetle kâğıda dökmekten ya da kontrolsüz bir yaratıcılıktan söz etmediğini de ayırt ediyorsunuz. Tam tersine, tek bir fazlalık bile barındırmayan, ipin ucunu kaçırıp oraya buraya dağılmayan, omurgası çok güçlü metinler bunlar.

Böyle olunca, yanıtı aranması gereken ilk soru kendiliğinden beliriyor: “Behçet Çelik nasıl düşünüyor?”

Metinlere tekrar bakıp şunu görüyorsunuz: Omurgası çok güçlü metinlerden söz ettiğimize göre, yazar neyi yazacağını, odağa neyi alacağını aslında en başından itibaren biliyor. Örneğin, hakkında yazdığı yazarların bir söyleşi sorusuna verdiği yanıttan yola çıkıyor bazen. Ya da ele aldığı yazarı anlamaya en elverişli bir öykü, bir roman kuramından hareket ediyor.

Fakat işte okudukça, yazarın “neyi yazacağını, odağa neyi alacağını en başından itibaren bildiği” hissine kapıldığınızda, aslında yazarın sadece o kadarını bildiğini de anlıyor ve yazınsallığın kaygan zeminine tam da bu kapıdan girdiğini fark ediyorsunuz. Evet, omurga, yazınsallıktan ve bütünlükten söz ettiğimizde, tam da olması gerektiği gibi, baştan belli. Ama metinlerin çekirdeklerinin bile yazdıkça ortaya çıkmış olabileceği de belli. Metinlere verilmiş olan zihinsel ve yazınsal emekten belli.

O halde, Oscar Wilde’ın yontucular için kurduğu cümleyi Behçet Çelik’e uyarlarsak, kendisinin düşündüklerini yazmak için değil, ancak yazarak düşünebildiği için yazdığını da söyleyebiliriz artık.

Ve bunu, yazınsallığın kaygan zemininde hiç yalpalamadan yürümenin en iyi yöntemlerinden biri olarak algılayıp kullandığını da ekleyebiliriz. Sait Faik, Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal, Tomris Uyar, Vüs’at O. Bener, Selim İleri, Selçuk Baran gibi yazarları, üzerlerine düşürülmüş yeni ışıklar altında okurken Behçet Çelik’in hiç okumadığınız bir yazar hakkında sayfalarca kaleme aldığı bir metni nasıl olup da okutabildiğinin yanıtını da yine aynı yerde bulabiliriz.

Bu metinler, yazınsallığın ateşten zorluklarına doğru cesurca atılmış edebi bir zihnin metinleri.

(Notos'un Şubat-Mart 2013 tarihli 38. sayısında yayımlanmıştır.)

Comments

7 + 8 =  Solve This To Prove You are a Real Person, not a SPAM script.